30 Eylül 2024 Pazartesi

Ezgi Tanergeç'in Devridaim kitabı incelemesi

Ezgi Tanergeç, 1980 doğumlu. Radyo televizyon ve sinema bölümü bitirdi. Bir dönem televizyon kanallarında prodüktörlük, film sektöründe set fotoğrafçılığı gibi görevlerde bulundu. Dergi yazıları yazdı. Çeşitli kurumlarda basın danışmanlığı yaptı. 2020'de yazmaya başladığı ilk romanı ve şu anda da incelemesini yaptım kitap olan Devridaim isimli kitap Turgut Özakman ilk roman ödülüne layık görüldü, ayrıca 2024 Orhan Kemal Roman ödülünü de yine aynı kitapla kazandı. Ödülünü Türk roman tarihinin en önemli kadın yazarlarından Ayşe Kulin'den almıştır.

Devridaim kitabı ciddi bir emek verilerek hazırlandığını düşündüğüm bir kitap. Kitabın kopyalarını tutmadığından yeniden yazıldığı biliyorum. Kitap 2019 İstanbul, 1968 İstanbul, 1868 İstanbul dönemlerine girip çıkarak ilerleyen, bir çok merak unsurunu da bu geçişlerde oluşturan bir kitap olma özelliğini taşıyor.

Kitapta net bir ana karakter olduğunu düşünmüyorum. Her dönemin kendi ana karakteri var. Damacana satıcısı olan Serkan, Işık isimli sevdiğine kavuşma arzusunda olan saf aşık Macit, Yunan asıllı Osmanlı devlet adamı, diplomat, çevirmen ve oyun yazarı olan Ahmet Vefik Paşa kitaptaki anakaraklerden bazıları.

Ahmet Vefik Paşa demişken, kendisinin ilk Türkçülerden, dönemin Milli Eğitim Bakanı ve iki ayrı döneminde sadrazamı ve valisi olduğunu yani gerçek bir karakter olduğunu söylemekte fayda var. Ayrıca Bursa'ya dönemin önemli tiyatrolarından bir tanesini yaptığını ve sanata önem veren yazar bir kişilik olduğunu da belirtmeliyiz. Yine kendileri önemli yazarlar ve düşünürler Victor Hugo ve Voltaire'ın tercümelerini de o dönem için yapmıştır. Kendisi ilk Türkçe sözlük sayılabilecek Lehçe-i Osmani'yi de yazmıştır ve tarih, felsefe, atasözü ve kısa Osmanlı Tarihi gibi birçok alanlarda da eserler vermiş yetkin bir kişidir.

Yine kitapta geçen Ahmet Vefik Paşa'nın Zor Nikahı adlı eseri de doğal olarak gerçek bir eserdir ve Ezgi Hanım araştırma konusunda işini iyi yapmıştır da diyebiliriz. Dönem ögeleri kullanmada iyi olduğu düşündüğüm yazarımız, dönem dilini kullanma da bana kalırsa başarılı değildir. Ama bu 1980 doğumlu birisi için pek tabii olarak kolay bir şey değildir. Belki profesyonel Osmanlı alanında derleme konusunda yardım alsa idi bu konu daha kusursuz görünebilirdi. Belki de aldı, bilemiyorum. Ama belirttiğim gibi eski dönem, 1868 ler yeni Türkçe ve ifadeler gibi geldi bana. Osmanlı dilini kullanmak okuyucunun zor anlayacağından tercih edilmemiş de olabilir.

Kitapta bir kapı önünde bir taş ve bir mektup bulunur, bu olay kitaba gizem katar ve olaylar ilerler. Aslında insanlar aynı yerlerde, farklı hayatlar yaşayan insanlardır. Hikayeler birbirine benzemez. Ama acılar bildiğiniz üzere hep ortak acı olmuştur. Herkesin sınavı birbirinden farklıdır. Kimsenin hayatı kolay değildir. Bu gizem unsuru kitabın sonuna kadar varlığını devam ettiriyor. Sıkılmadan ve akıcı bir şekilde kitap son buluyor. Okunmaya değer bir hal aldırıyor.

Kitaba bir su yolculuğu demek bence iyi bir özet için yeterli olur. Yola çıkışta diğer bir unsur şu; yaptıklarımızı yapmasaydık, yapamadıklarımızı ya da yapabilse idik, bu gün ne değişirdi? Kitabı okurken bu soru sizin kafanızı yoracak. Macit ve Serkan karakterlerini çok sevecek ve sanıyorum bazı sahneleri unutmayacaksınız.

Ödül şu şekilde duyurulmuş: "Devridaim'i ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından başlayıp 2019’lara kadar devam eden tarihsel kesitlerin ustalıkla kurgulanmış bir kuşak hikayesiyle birleştirilmesi; 68 kuşağının Türkiye tarihine damga vuran toplumsal olaylarının ve karakter hikayelerinin, dünyadaki temel kaynakların tükendiği günümüzün toplumsal ve politik gerçekliği ile başarılı bir şekilde bir araya getirilmesi; insan, toplum ve zamana dair güçlü bir anlatıma sahip olmasından dolayı 2024 yılı, 53. Orhan Kemal Roman Armağanı’na değer görmüştür."

Kendisi ayrıca bana kitabı imzalı olarak nahif bir şekilde hediye etti. Umarım edebiyattaki süreci ve bize kattıkları daimi olur. Yeni kitabı da çıktı. O da umarım bu kirap gibi başarılı olur. Olacağını da düşünüyorum. Çünkü bu kadar karışık bir puzzle parçasını yan yana getirmek büyük bir yetenek gerektiren bir iş. O nedenle ilerleyen dönemlerde unutulmaz eserler çıkaracağını da varsayıyorum. O konfor alanı hayatında hep olur, vakti ve huzuru yerinde olur ve yazmaya devam eder diyorum.

Kitaba puanım 8.

22 Eylül 2024 Pazar

Dazai'nin Pandora'nın Kutusu İncelemem

Mitolojide Pandora'nın kutusu nedir? İçinde kötülükleri barındıran sihirli bir kutudur. Meşhur Zincire Vurulmuş Prometheus hikayesi de yine bu konuyla ilintili. Pandora, ceza olarak mitolojiye göre yaratılan ilk kadın. Kadınlar yani ceza için Zeus abi tarafından dünyaya gönderilmiş :))) Dinimizde geçen Havva annemizin miyolojideki karşılığı yani. Zeus, güzel Pandora’yı, Prometheus’un ikizi olan Epimetheus‘a bir kutuyla gönderir. Kapıyı çalan Pandora’nın güzelliğinden büyülenmiş olan Epimetheus, onu evine alır ve ertesi gün onunla evlenir. Söz konusu kutuyu açmasını Pandora’nın kulağına fısıldayan Zeus’un, artık insanlıktan intikam alma zamanı gelmiştir. Zeus sayesinde kutuyu açan Pandora, insanlık arasında mutsuzluğu salıvermiştir. Böylece kötülükler dünyaya ve insanlığa yayılmıştır. Tanrılar başımızı yakmış yani anlayacağınız :)))

Pandora'nın kutusu kitabı ile ilk şunu belirtmekte fayda var; kitap kolay okunabilen bir eser değil. Yazım şekli kitabı özgün bir hale getirmiş. Sırf bu özgünlüğü yaşamak için bile denenebilir.

Yine Japon edebiyatına alışan siz okurların bildiği bazı gerçekler vardır. Bunlardan bir tanesi de Japonların hassas kalpleri ve uç noktada hayat yaşayan kişiler oluşları. Dazai, esrarkeş, veremli, asabi, kavgacı ve alkolik biri olarak birkaç kez intihar etmeye de kalkışan biriydi. Hayatına da zaten metresi ile birlikte intihar ederek son vermiştir. O nedenle ileri derecede depresif kafa yapısını ve sorgulayan kafa yapısını eserlerinde görmek mümkündür. Genelde eserlerinde yalnızlık, varoluşçuluk, içe dönük kişilik gibi noktalara değinerek yazar.

Bu kitapta da karakterlerin hepsi insan doğasının farklı yönlerini ve hayatın zorluklarını ele alan karakterler. Asıl amaç yani insan doğasının karmaşıklığını bizlere anlatmak. Takıntı ve kaygı bozukluğu ile ilgili de bazı psikolojik rahatsızlıkları da yine kitapta görüp, Dazai'nin depresif dünyasına da girebilirsiniz. Farklı pencerelerden bakabilmek için ve yine aynı şekilde karanlık zihinleri de algılayabilmek için bu kitap fayda sağlar. Öncelikle Dazai'nin ben modunuzun düşük olduğu dönemlerde okunmasının taraftarı değilim, bunu da belirtmek lazım.

II. Dünya Savaşı’nın buhranı tüm ülkeyi sarmışken, yakalandığı hastalıkla mücadele eden Risuke, bir taraftan hayatını düzeltmeye çalışır. Bu karanlık dehlizde tek ışığı arkadaşına yazdığı mektuplardır. Risuke’nin kaleme aldığı her kelime, kendi yaşam yükünün yanı sıra bir ülkenin girdiği çıkmazı, kadın-erkek ilişkilerini, yıkılan hayatları ve her şeye rağmen yeşermekte olan umutları bizlere anlatır.

Kara mizah, içe dönüklük, melankoli her yerde. Kitap, Dazai'nin sevgilisi ile intiharından sadece 3 sene evvel yazılmıştır. Bu da Dazai'nin gittiği varoluşsal uçurumu da bizlere daha net gösteriyor. Kitap, 2.dünya savaşı sonrası anlatır.

Kitaba puanım 7.

18 Eylül 2024 Çarşamba

İvan İlyiç'in Ölümü - Tolstoy İncelemem

Tolstoy'un en kısa eserlerinden birisinden bugün bahsedeceğim. İvan İlyiç'in Ölümü kitabından. Kitabı toplam 4 senede yazmış. Yani kısa bir eser olarak değerlendirilip, basit olarak algılanmaması için bu açıklamayı yapmakta fayda buldum. Hikayeleri arasında en meşhurlarındandır diyebiliriz.

İvan İlyiç bir yargı görevlisi. Hikaye bu ölümün neden olduğu ile ilgili İvan'ın meslektaşlarının tartışması ile başlıyor. Bu ölümü araştırırken tabii ki Tolstoy yine o bildiğimiz ve alışkın olduğumuz mükemmel mesajlarını bizlere iletiyor. Düzgün bir hayat yaşamaya çalışanlarla ilgili ve hayatın basitliği ile alakalı özellikle çok kaliteli göndermeleri var. Basit ve sıradan hayatlar aslında daha da korkunçtur gibi. Burada belki de bize bir şeyleri adam akıllı yaşayamadan ölen birisinin, terbiyeli ve hoş bir hayat sürme gayesinde olan birisinin ölümünün daha da yakıcı bir şey olduğunu vurgulamak istedi. Ölüm döşeğindeki İvan İlyiç geriye dönüp baktığında ölmesinden daha kötü olan bir durumu tespit etti : O da Victor Hugo'nun da dediği gibi; "Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç."

Bir insan eğer hayattan vazgeçerse gerçek mutluluğu yaşayabilir diyen Tolstoy, bu düşüncesi ile kitabı neticelendirmiştir. Dünyalık düşüncelerde olanların bu hayattan zevk alamayacağını vurgulamıştır. Üç Ölüm isimli kitabındaki Platon Karataev ile de bunu daha önceden bizlere anlatmıştı.

Kitapta ölüm korkusu ile de çok güzel tespitler mevcut. Zaten bu kadar kısa bir kitapta bu kadar çok mesajı Tolstoy'dan bir başkası kitaba yediremezdi. Özellikle ölümcül hastalıkları olanların ruh yapılarını anlamak açısından bu kitabı okumak bence faydalı olacaktır.

Sıradan insanları yüceltmekle alakalı bu kitabın çok eleştiri aldığını da tabii ki fayda var. Sıradan olan kişileri yüceltmek ve onlara acımak bir başarısızlıktır diyen Limonov gibi.

Ölüm bilindiği üzere herkesin başına gelecektir ama sorarlarsa birileri size bunu siz hiç ölmeyecekmişsiniz gibi davranırsınız. İşte bu kitapta da bu gerçek tespite iyi bir gönderme de vardı. Herkes ölecek ama ölüm haverini öğrenen dostları sanki sadece İvan İlyiç'e özgü bir olaymış gibi bu konuyu değerlendiriyorlar.

Yine evlilikle ilgili de birçok mesaj var. Çünkü İvan İlyiç'in hayata karşı soğumasının en büyük nedenlerinden bir tanesi eşi Praskovya.

Yine kitapta yürek burkan bir başka konunun da sadece ölenin ya da ölecek olanın üzülüyor oluşu. Geriye kalan bu duruma eşi, çocuğu, doktoru, yani hiç kimse üzülmüyor. Herkes dünyalık gayretlerine, hayatın akışına, eğlencelerine devam ediyor.

İvan İlyiç ölüme yakın son anlarında merhamet ve yaşadığı hayatı kabul ederek acısı hafiflemiş ve huzurlu bir şekilde can vermiştir. Yani hayatın kabul edilmesi gereken tarafına da bir vurgu yapmaktadır bu eser. Sınav ve kader mesajı açıktır.

Son olarak şunu demeliyim sanırım : Eğer ölmeden ölürsek yani, yaşamı ve kendimizi ölmeden sorgular ve yorumlarsak her şey için geç olmadan daha verimli bir şekilde biz de İvan İlyiç gibi can verebiliriz. Keşkesiz bir hayat için. Tekrarlıyorum: Her şey için geç olmadan.

Kitaba puanım 8.

12 Eylül 2024 Perşembe

Şükran Yiğit Burası Radyo Şarampol İncelemem

Şükran Yiğit günümüzün önemli kalemlerinden. İstanbul'da doğmuş, Ankara'da büyümüştür. Bu iki şehirden kitaplarında birçok kez bahsetmiştir. Yazı yazmayla ilgili değil, anlatmayı sevmeyle ilgili bir derdinin olduğundan bizlere bahsetmiştir.

Burası Radyo Şarampol kitabı hem Atilla İlhan Roman Ödülü sahibidir, hem de Altın Koza Edebiyat Ödülü Senaryo dalında finalistidir. Yani belki de yakın zamanda bu kitabın filmini izleyebiliriz.

Burası Radyo Şarampol kitabı sizi birçok kitapta olduğu gibi farklı dünyalara götürüyor. İnsanların en çok özlem duyduğu o özel günlere, çocukluk, gençlik dönemlerine sizleri yolculuğa çıkarıyor. Kitabımız şarkı eşliğinde sanki ilerliyor. İşte burası radyo şarampol.

Kitabımızın anlatıcısı Filiz. Anakahramanı aynı zamanda kitabın. Chris, Arkadyus, Mine Abla çok iyi kitap karakterleri idi. Mine Abla ile olan diyaloglar özellikle tatmin etti. Samimi bir kitap ve samimi bir ortam diyebilirim. Kitap Antalya'da geçiyor, Şarampol de buradaki mahallenin adı. Daha sonra hikaye Berlin, Kreuzberg’e uzanıyor. Anakarakterimiz her yerin sesini kasete dolduruyor. Orijinal bir fikir bence.

Belirttiğim gibi samimi bir ortam ve hikaye. Duygu yoğunluğu olan ve yer yer ağlatabilecek sahneler de vardı. Uzun betimlemeler, dönem anlatımı, alıntılar bence gayet iyiydi ve başarılı idi. Edebi yönden tarzını sevdim Şükran Yiğit'in.

Popüler uygulamalardan Spotify'de kitabın çalma listesi bile var.

Hayatla ilgili sorguları, memleket sevgisi vurgusu, mucizelere olan inancımızı arttırıcı yaklaşımı ile özel bir kitap oldu diyebilirim.

Filiz hayatın can acıtıcılığına oyunlarla, müziklerle daha çok ilgilenerek baş edebilen bir kızımız. Hayatın bu açısına bence de bu güzel bir merhem. Ben de kitaplarla ve müzikle ilgilenerek baş etmeye çalışıyorum mesela. Bir meşakkat bulmak şart.

Kitaptaki en iyi soru şuydu: "Kitap mı hayattan, hayat mı kitaptan kopya çekiyor?" Çok düşündüm. Cevabını bulamadım. Tavuk, yumurta meselesi gibi oldu. Bu yazıya başlık olarak en iyi bu soru olur diye düşündüm.

Gorki'nin o eşsiz eseri ile ilgili de çok hoş bir sahne var kitapta. Seveceksiniz. Ayrıca dönemsel bir kitap olarak bakmakta da fayda var. 80 darbesi öncesi ve sonrası kitapta mevcut. İyi de bence çizilmiş. Ayrıca şiddet uygulayan öğretmen, iyi niyetli idealist öğrenmenler de yine bize ilkokul sıralarını iyi hatırlattı. Yine gurbete giden vatandaşlarımızın da neler çektiğini o dönemde görmemiz açısından önemli bir eserdi. Portakal ağacı sahnesi unutulmazdı örneğin.

Keşke bu kitabı ben yazsaydım diyeceğinizi düşünüyorum. Şükran Yiğit'in kapsayıcı anlatımı, karakter çizimleri, dönem bilgisi, geçişleri çok tatmin edici. Kıskanılmayacak gibi değil. İlk kısım daha akıcı geldi ama ikinci kısım yer yer sıktı. Mine Ablayı unutmayacağım. Filiz'in aşkını da sanıyorum ki öyle. Unutulmaz bir kitap olmasa da önemli karakter barındıran, önemli bir dönemi anlatan ve önemli sahneleri olan bir kitap olarak hatırlayacağım.

"Hayat başımıza gelen bir şey değildi, biz onun peşinden gidiyorduk."

Kitaba puanım 8.

10 Eylül 2024 Salı

Karamazov Kardeşler Dostoyevski İncelemem

Karamazov Kardeşler, Büyük Günahkarın Tarihi isimli taslak kitabın ilk bölümünün adıdır. Bu kitap yazıldıktan sadece 2 ay sonra Dostoyevski öldüğü için taslak tamamlanamamış ve ilk bölümü yayınlanmıştır. Düşünsenize bu kitap Dostoyevski 3 ay evvel ölse şu an okuyamayacaktık. Hayatın, her anın kıymetini bilelimin bir örneği gibi. Bu kitabın o nedenle ekstra kıymetini bilelim.

Romanın kavramı, ideolojisi ve dini ve felsefi bakış açısı, başta Victor Hugo ve Leo Tolstoy olmak üzere diğer yazarların eserlerinin yanı sıra Vladimir Solovyov ve Nikolai Fedorov gibi filozofların ve dini düşünürlerin eserlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir.

"Yaşlı Zosima'nın Hikayesi" ile ilgili kısmın kitaptaki varlığı ve bu kısmın yayınlanması, Ortodoks inancının ve kilisenin öğretilerinin ruhuyla ve mevcut geleneklerle uyuşmayan mistik ve sosyal öğretileri devlet ve kamu düzenini ekiliyor denilerek 1886'da Rusya'da yasaklanmış ve ne yazık ki birden fazla kısım kitaptan çıkarılarak Rusya'da yayımlanmaya devam etmiştir.

Bu eşsiz eser hatta kimilerine göre Dostoyevski'nin en iyi eseri olarak tanımlanan bu eser peki ne anlatıyor derseniz; hikayede yine Dostoyevski'nin birçok eserinde olduğu gibi otobiyografik ögelerin de mevcut olcuğunu söyleyebiliriz.

Tipik bir Rus ailesinin öyküsünü okuyoruz aslında. Fyodor Karamazov ve ailesinin başından geçenleri kitapta görüyoruz. Birden fazla evlilik yapan Fyodor'un evliliklerinden çocukları var. Kitapta isimler uzun ve kültürümüze uzak olduğundan dolayı aile dizilimi ile ilgili şemalara sık sık bakmanız gerektiğini belirtmek isterim. Kitapta mirasla ilgili günümüzde ülkemizde de çok sık gördüğümüz aile içi kavgayı da görüyoruz.

Yine yasak aşk sonucu dünyaya gelen bir çocuk mevcut. Bu mevzuyu da kitaplarda genellikle görüyoruz. En son Tolstoy'un Savaş ve Barış kitabında görmüştük. Ben bu çocukların dünyada yaşama 1-0 geride başlamalarından dolayı daha güçlü, yıkılmaz, oturaklı, melankolik ve daha olgun karakterlere sahip olduğunu düşünüyorum. Bu kitapta da yine bu şekilde kurgulanmış.

Yine her Rus klasiğinde olduğu gibi her ismin bir farklı söylenişi de mevcut. Alyoşa aslında Aleksey, Vanya aslında İvan, Katya aslında Katerina gibi. Hatta bazen söylenişleri yumuşadığından isimlerin ya bu erkek miydi yoksa gibi bir kara deliğe de çekiliyorsunuz. Aile şeması önemli.

Yine farklı birlikteliklerinden olan çocukların ilişki biçimleri de bir Türk aile yapısını hatırlattı bana. Baba ne kadar ortak olsa da herkes anne baba bir kardeşleri ile daha iyi anlaşıyorlar.

Kitaptaki aile içi cinayet olayı ve aşk konuları kitabı sürükleyici hale getiren önemli konu başlıkları idi. O nedenle bu tip kitaplar özeldir zaten. Tek bir konu ile değil, onlarca farklı konuyla merak uyandıran eserler başkadır.

Kitapta kardeşler arası aşk, aile içi cinayet, baba oğul arasında ortak kadına duyulan aşk, gayri meşru çocuk gibi onlarca entrikalı durum da var. Bu da pek tabii kimilerine göre mide bulandırıcı olsa da merak uyandıran diğer hadiseler.

Kitapta yine cinayetle ilgili verilen ceza da tatmin edici değil. 20 sene ağır bir işte çalışma cezası. Jürinin şu sözleri çok etkileyiciydi: "Bir masumu cezalandırmaktansa on suçluyu serbest bırakmak daha iyidir."

Fyodor Karamazov'un tam prototipi, Dostoyevski ile arkadaş olan Anna Filosofova'nın kayınpederi Dmitry Nikolaevich Filosofov'dur. Evlilikleri, eşlerinin karakterleri, 2 kere evlenmiş olması, çocuklarının karakterleri birbirine birebir benzer. Miras konusunda o da çocuğuyla büyük sorunlar yaşamıştır.

Dostoyevski, Karamazov Kardeşler romanında kendisinin portresini çizmiştir. Erken romantik (Dmitry), ateist (Ivan), geç dönem(Alyosha) bu prototipe iyi birer örnektir.

Yine kitapta dönemsel mantık hatası da vardır: O dönemki kanunda bilirkişiler tanık olarak dinlenemezken, kitabın sonunda Mitya aleyhine bir doktor ifadede bulunmuştur.

Kitapla ilgili şunu da belirtmekte fayda var: Tipik bir cinayet hikayesi gibi olay örgüsüyle hareket eden bir kitap değil. Fikir, ahlak, felsefe ağırlıklı bir roman. Amaç okuyucunun zihnini ve duygularını etkilemektir yani. Olayı çözmek değildir. Zaten kitaptaki anlatıcı da her şeyi bilir. Ahlak bekçiliği yapar. Saf ve basit bir dil kullanır. Daha güvenilir ve nesnel bir anlatıcıya sahiptir.

Kitapta yine felsefe çok üst boyutta. Bu durum,diyaloglara bile yansımış durumda. Dostoyevski kitabında kendi fikirlerini yansıtmaktan çekinmemiştir.Ruhun ölümsüzlüğüne inanan Dostoyevski, ruh ölümsüz değilse, o zaman erdeme ihtiyaç yoktur diyor örneğin bir diyalogda.

"Tanrı yoksa her şey mübahtır." zihniyeti Dostoyevski'nin kitaptaki ana bakış açısının bir özetidir. Ateist olduğunu da Dostoyevski'nin bilmekte fayda var.

Kant'ın bakış açısı ile Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler romanındaki bakış açısı birebir aynıdır. Bu uzmanlar tarafından tespit edilmiştir. Karamazov kardeşlere eziyet eden sorunların sorunsalı, Saf Aklın Eleştirisi'nin dört ana antinomisi ile aynıdır :

Dünya yaratılmış ve sonlu mu? - Dünya ezeli ve sonsuz mu?

Ölümsüzlük var mı - Ölümsüzlük yok ve her şey yok edilebilir mi?

İnsan iradesi özgür mü? - Özgürlük yoktur, yalnızca doğal zorunluluk vardır (doğa kanunu)?

Dünyanın Tanrısı ve Yaratıcısı var mı - Dünyanın Tanrısı ve Yaratıcısı yok mu?

Kitap en iyilerden mi bilemem tabii ki. Birçok kıymetli eseri okumadım. Ama çok iyi bir eser olduğu kesin.

Kitaba puanım tabii ki 10.

5 Eylül 2024 Perşembe

Moliere Cimri Kitabı incelemem

Moliere bildiğiniz üzere gelmiş geçmiş en meşhur ve önde gelen oyun yazarlarından bir tanesi. Fransız. Aynı zamanda da oyuncu.

Moliere, sarayın çok içinden birisi idi. Annesi asil idi, zengin bir kadındı, babası ise sarayın mobilyacısıydı. Annesini erken yaşta kaybettiği ve babası ile de çok iyi anlaşamayan birisi olduğu için hayat maratonu onun için erken başlamıştı.

Paris'ten 20'li yaşlarında ayrıldı ve orada tiyatrocu Madelaine Bejart ile tanıştı. Onunla birlikte küçük bir bölgede tiyatro topluluğu kurdular. Hatta daha hızlı büyümek için çeşitli borçlara girdiler. Bu borçlardan dolayı cezaevine gönderildiler. Ama onları borcu kapatarak cezaevinden kurtaran kişi Moliere'nin hiç anlaşamadığı babasından başkası değildi.

Daha sonra sabit tiyatro fikrinden vazgeçip, turne kapsamında gezgin tiyatro şeklinde devam etmişlerdir. Yine yol arkadaşı Madelaine Bejart'dir. Turne esnasında yine çok önemli kişilerle tanışmışlar ve daha duyulur hale gelmişlerdir. Öyle ki kralın, dükün, papazların önünde bile eserlerini sahneler hale gelmişlerdir.

Yine tiyatroya ömrünü adadığını da büyük harflerle vurgulamakta fayda var. Öyle ki ölümü bile Hastalık Hastası oyunu oynandığı esnada yaşadığı bir rahatsızlıks sonucu gerçekleşmiştir.

Oyunlarının karakterleri, kendi tiyatro topluluğunun oyuncularını andırır. Bu şu demek aslında çevresindeki kişilere göre oyun yazmıştır. Çünkü bu sektörün tam göbeğinden birisidir. Oyuncu olduğunu zaten yukarıda da söyledim.

Kendisi de genellikle, çabuk kızan adam, uşak, aldatılmış koca, dar kafalı burjuva ve "Moliere denen herife" söven yobaz ihtiyar gibi rollere çıkmıştır. Doğaçlamada ustadır. Karakterlerin huyları ve özellikleri sık değişir. Akıllı birisi, kitabın sonunda aptal olabilir. Saçmalık yani onun o döneme giren bir tarzıdır. Mantıktan uzaklılık onun farkıdır.

Son olarak onu profesyonel bir yazardan ziyade oyunlarının oyuncusu olmak isteyen bir tiyatro emekçisi olarak hatırlamakta fayda var.

Cimri kitabını okumaya hızlıca başlama nedenim Ankara'daki oyununa bu hafta sonu gitme planım aslında. Serkan Keskin'i İsmail Abi'den beri aşırı severim. İyi bir oyuncu olduğunu belirtmeme gerek yok sanıyorum. Kendini kanıtlamış bir isim. Klasiklerin özellikle tiyatrolarını kaçırmamaya özen gösteririm. Bidünyakitapgrubu ekibi ile bu hafta sonu da Cimri oyunununda olacağız.

Cimri, 5 perdeden oluşan bir komedi. Selahattin Eyupoğlu tarafinda çevirisi yapılmış. Fransızca çevirilerde biliyorsunuz çok önemli bir isimdir. Açgözlülük temalı bir oyun.

Harpagon, sağlıksız açgözlülüğü olan yaşlı bir duldur ve etrafındakilerin çok idareli yaşamasını sağlar. Parasını özenle saklar. Kızını evlendirirken yine açgözlülük peşinde olur. Oğlu ile birlikte aynı kadını severler. Olaylar bu şekilde gerçekleşir.

İlk evlilik sözleşmesini sanırım bu kitapta görebilirsiniz. Oldum olası bu evlilik sözleşmesine alışamadım bu arada. Sanki sevgi, aşk, ilgi, paylaşım bağı değil de, noterden tarla, ev, arsa artık neyse onun satışı yapılıyor gibi. Çok gayriresmi bir durum. Kabul eden niye eder anlamak zor. İki taraf içinde bence çirkin bir durum. Zaten kitapta da bu durum böyle. 1688 den günümüze değişen pek bir şey olmamış yani anlayacağınız. 400 senelik koca bir hiç.

Cimrilik Hristiyanlıktaki yedi büyük günahtandır ama Moliere bu kitap sayesinde çok eleştirilmiştir. Borçlanmanın sonucuna katlanma açısından önemli mesajlar veren bir eserdi. Tefecilik, faizli borç o dönem dini gücün etkisi ile çok fazla yoktu ama yapanlar da vardı.

Harpagon ,Cléante ve Élise'nin babası ve Mariane'nin sevgilisi, Brindavoine ve La Merluche, Harpagon'un uşakları karakterlerini Moliere kendisi oynamıştır.

Herpagon sadece cimri, açgözlü değil, aile içi bir diktatör, bencil ve aynı zamanda da cinsiyetçi bir karakterdir. Evliliği, çocuklarını hiç düşünmeden satın alabileceğini düşünüyor. Bencil bir karakter çizimi olduğu kesin. Bu arada harpage kelimesi Yunanca açgözlü demektir.

Verdiği mesajı net olan bir tiyatro eseri idi. Tiyatroda bakalım nasıl sahnelemişler. Onu da bu hafta göreceğim. Kısa ve basit bir kitaptı.

Kitaba puanım 7.

2 Eylül 2024 Pazartesi

Sular Üstünde Gökler Altında - Kaan Murat Yanık incelemem

Kaan Murat Yanık, Türk dili edebiyatı bölümünden mezundur. Bence bu nedenle de kelime hazinesi geniştir ve Türkçe'yi de güzel kullanmaktadır. Edebiyat dünyasına çok küçük yaşlarda girmiş bir yazardır. İlk eserlerini deneme ve öykü türlerinde vermiştir. Daha sonra yazarlığının yanı sıra televizyon dünyasına da giren yazarımız, yayınevinde editörlük ve danışmanlık yapmanın yanı sıra çeşitli yazım atölyelerinde dersler de vermiştir. Bu faaliyetlerini halen sürdürmektedir. Özellikle Butimar ve Dünyasızlar kitapları edebiyat dünyasında çok beğenilmiştir.Ödüllü bir yazardır.

Sular Üstünde Gökler Altında kitabı 15.yy'da yaşayan başkahramanımız Kalender'in yaptığı denizaşırı yolculuklarını anlatıyor. Kalender çizim yeteneği hayli gelişmiş birisi. Haritalar çiziyor. Bu noktada, yazar başkahramanımızı kurgularken 16.yy'da tüm dünyaya ün salmış tarihimizin önemli kartografı olan Piri Reis'ten esinlenmiş diye düşündüm.

Kahramanımız Kalender, amansız bir aşka tutulmuş olmasının yanı sıra kendi kafasının içinde de yaşayan birisi. Aynı zamanda dünyaya ve ailesine karşı kendisini ispatlama çabası içerisinde.

Yolculuklardan birinde Ustinya'ya aşık olur. Ustinya'yı köle olarak hırsızlık parasıyla satın alır. Babasına satın alma parasını düşük söyler. Babasıyla bu süreçte arası açılır, nedeni babasının kızı gelin olarak istememesidir. Zaten daha sonra da kızı müneccimbaşına kaptırır. Artık hem sevdiği kızdan uzak, hem de kahramanımızın arası babasıyla kötüdür.

Kitaptaki en önemli mevzu ataya saygı göstermektir. Babası ona ne yaparsa yapsın, kırılmaz, saygısından ödün vermez. Bu bölümlerde anne babaya olan geçmişizde var olan saygı kültürünü net olarak görüyoruz. Yazar bu hususları eserde güzel işlemiş. Babası ile arasının açık olduğu dönemde bile genimizdeki o baba oğul ilişkisini görüyoruz. Babaya anneye layık evlat olmak, babasının oğlu olmak, annesinin gözü olmak gibi kelimeler bu kısımlar için ideal olarak kullanılabilir.

Diğer bir aile kültürü de yola çıkarken anadan, babadan helallik alma mevzusu. Bunun da örneğini görüyoruz. Yola çıkmadan Kalender babasından helallik alıyor ve yola çıkıyor. Günümüzde anne babaya, eşe, dedeye , büyük annelere, aile büyüklerine sıla-ı rahimin bittiği net bir şekilde görüyoruz. Yani ziyaret kültürü tamamen bitti. Millet bayram gelse de tatile gitsem kafasında. Kimse el öpeyim, büyüklerimi mutlu edeyim diye düşünmüyor. Halka daraldı. Şu an sadece anne babanın elini öpen çocuklar, hooop direk tatile gidiyor. Bu da şu demek; yakında son bir halka kaldı: Çekirdek aile. Bu kısmı okurken aklıma bu geldi. Kabristan ziyaretleri bitti. Sevgi sözcükleri azaldı. Büyükler de duruma ayak uydurur oldu vs. Durum kötü. Hayırlısı.

Kitabın ilerleyen sayfalarında tarihi bir karakter ekleniyor: Kristof Kolomb. Kalender'e yol arkadaşıoluyor. İntikam hırsı, aşkını arama hırsı tabii gittikçe kor alev haline dönüşüyor. Yolculukta Kalender'in karşısına bir çok engel çıkıyor.Kafasında, vicdanında kendisini yumuşatma anahtarı ise babası oluyor. Hep onu anar, ona kavuşma arzusu, her şeyin kapısını açacaktır diye kendini avutur. Bu kısımlar fazla abartı geldi. Benim mantık terazimde sallantı yarattı.

Kolomb bilindiği üzere, 1451- 1506 arasında yaşamıştır. Kitapta bulmaya çalıştığı yer Doğu Hint Adaları. Yani bu mevzu da gerçek.

Kitabın sonu ve verdiği mesaj iyiydi. Aşk, baba, sevgi, saygı, umut, kader ile ilgili bir son yazmış yazarımız. Yan karakter azdı. Kitabın kalınlığına göre olay örgüsü de yine sınırlı idi. Yine Kolomb dönemi ile ilgili daha geniş bir araştırma, yine gerçek olaylarla birleşen bir kurguya ağırlık verilse daha da iyi bir kitap olabilirdi diye düşünüyorum.

Yazarın dili iyi. Kitap akıcı. Dönem dili ise tatmin edici değil. Dönem kurgusu da tatmin etmedi yine.

Kitaptaki iyi ve kitabı özetler bir alıntı ile incelememi sonlandırıyorum;

"Umut etmeye ve masalların içinde kaybolmaya ihtiyacımız var. Hayat karşısında başka türlü direnemeyiz."

Kitaba puanım 7.