İlkokul 4.sınıftayım. Yani yaklaşık 11 yaşındayım. Sınıf öğretmenimiz Mukedder hocam sınıfa geliyor ve çocuklar sizi birazdan değerli bir yazarla tanıştıracağım diyor. Bu değerli yazar o zamanlarda bile 66 yaşında. Tabii hayatımda hiç yazar görmemiş biriyim o dönem için ve şu andaki gibi herkesin yazar olduğu bir dönemde zaten değil. Ciddi bir saygı ve merak söz konusu. Gidiyorum ve konferans salonunda sıraya giriyorum. Midos Kartalının Gözleri isimli romanı satın alıyorum, imzalatıyorum ve sonradan öğreniyorum ki bu büyük yazar çocuk kitapları yazması ile ünlüymüş. Hemen imzasını alıp eve gidip anneme bu yazarın kitabını aldığımı anlatıyorum. O kitabı yanlış hatırlamıyorsam o dönem hemen okumadım. İlk okuduğum kitap nedense benim belleğimde hep annemin de hayran olduğu Ayşe Kulin ve Adı Aylin kitabı olarak kalmış.
Kendisi ile 2001 yılında çok büyük bir yazar iken tanışmıştım ve şimdi aradan dile kolay 23 sene geçmiş ve kitap okuma grubuma getirme fırsatı yakaladım. Dile kolay 91 kitap yazmış, 116 ülke gezmiş bir insandan bahsediyoruz. Edebiyata gönül vermiş bir isimden: Gülten Dayıoğlu'ndan bahsediyorum.
Kendisini bence çok net bir çocuk kitabı yazarı olarak tanımlamak doğru olmayacaktır. Benim gözümde çocuk yazarları kuşlar, böcekler, doğa, mutluluk, huzur, mesaj içerikli şeyler yazarlar. Duygusal ve can yakıcı hadiseler çocuk kitabı yazarlarında bence olmamalı. Ama Gülten Dayıoğlu bu profilde bir çocuk yazarı değil. Kendisi tam tersi acı, nefret, şiddet, fakirlik gibi unsurların da içinde olduğu ortam ve hikayeleri kurguluyor. Realist tabii ki. Buna sözüm yok. O nedenle ben genellikle onu önerirken hep bir sorgularım. Çocuk kitabı önerilerinde genelde Gülten Hanım'ı çok sevmeme rağmen önermem.
Şimdi bana yaa Emre hayatın içinde zaten bunlar var, bunları er ya da geç o çocuk görecek ve neticede yaşayacak da diyebilirsiniz. Ama ben o şekilde düşünmüyorum. Ben o yaşlarda en azından görmesin diye düşünüyorum. Ee peki Emre sen okudun da ne oldu da diyebilirsiniz. Buna cevabım pek net değil. Umarım iyi bir şey olmuşumdur. Ama şu çok net ki çocuk kitaplarından daha çok şu an incelemesini yaptığım bu tecrübe dolu kitabı önerebilirim size.
Peki kimdir bu Gülten Dayıoğlu? Kendisi hukuk mezunudur. Ama dışarıdan öğretmenlik okuyarak öğretmen olup, uzun yıllar bu mesleği icra etmiştir. Roman, öykü, radyo televizyon oyunları yanında, yurtdışındaki işçi çocuklarının eğitim ve öğretim sorunları ile ülkemizdeki ilköğretim düzeyini irdeleyen araştırmaları vardır. Onun yazması ve okuması gerektiğini tespit edenlerden birisi de ünlü yazarımız Reşat Nuri'den bir başkası değildir. Fransızca ve İngilizce bilmektedir. Yüzlerce edebiyat ödülü vardır ve en popüler kitabı Fadiş'tir.
Kitaba gekeceksek; bir öğrencisini kaybettiğini düşündükten sonra onun isim soyismini araştırmak için elinde bulunan eski rehbere baktığında kafasında bu kitabı yazma isteği uyanır. Bu rehberi çok uzun yıllardır tutmakta olduğunu belirtmiştir. İşte kitabın adı da olan yüzler o telefon rehberindeki yüzlerdir.
Peki kim bu yüzler?
Abdi İpekçi ile alakalı olarak onun kendisine yazım tecrübesi olarak çok faydasının olduğunu söylemiştir. Abdi İpekçi benim Fadiş adlı kitabım onun yazmış olduğu aynı dönemdeki kitabından 20 kat fazla sattı ve kurşunlanarak ne yazık ki öldü diyerek bu bölüme son vermiştir.
Atilla İlhan ile ilgili bir kitabımın yazım sürecinde yardımcı olmuş ve kitabın halen okunuyor olmasını o sağlamıştır diyerek bahsetmiştir.
Yahya Kemal Beyatlı ile hiç sohbet etmediğini ama çok büyük bir hayranı olduğunu ifade eden Gülten Hanım, büyük şair ile ile ilgili onun sohbet ettiği pastaneye sık sık gidip onu izlediğini dile getirmiştir.
Yaşar Kemal ile Yunus Nadi ödül töreninde tanıştığını ve ondan çocuk edebiyatında değil, politik konularda da yazmalısın öğüdünü aldığını ifade ederek bu bölümü de bitirmiştir.
Faruk Nafis Çamlıbel ile manevi babası vesilesi ile tanıştığını ve onun da edebiyatını çok beğendiğini söyleyerek bahsetmiştir.
Ece Ayhan ile ilgili damatları olduğunu, tanıma, sohbet etme fırsatı bulamadığını ama şiirlerini okuduğunda çok hisli biri olduğuna kanaat getirdiğini belirterek geçirmiştir.
Aziz Nesin'le ilgili olarak onunla nasıl tanıştığını, onun vakfında geçmişte yer aldığı ve vakfın bahçesine gömülme hadisesini de anlatarak bu bölümde yer vermiştir.
Sunay Akın'ın oyuncak müzesi kurma hayalini, bu hayali başarmasını ve o müzeye en ünlü eseri Fadiş'in ilk baskısını koyduğunda kitabı o müzede gördüğünde ağladığını bizlere anlatır.
Orhan Kemal'in hayatının son dönemlerinde kendisinin öykü kitabını okurken hayata gözlerini yumduğunu ondan çok büyük övgülerle bahsederek anlatır.
Sezen Aksu ile ilgili olarak kitapta Nükhet Duru ile birlikte konser verdiklerine şahit olduğunu, hayran olduğunu, o esnada iki sanatçının da insanlara bel altı, cinsellik, beyin gücü, görgüsüzlük, ahmaklık ya da ahlak düşkünlüğü gibi konularda öylesine yumuşacık yumruklar vurarak insanları güldürdüklerini söyleyip, minik serçenin oğluna Mithatcan'a imzalı kitabını hediye ettiğini belirterek bahsetmiştir.
Audrey Hepburn bilindiği üzere gelmiş geçmiş en büyük Hollywood yıldızlarından bir tanesidir. Onunla TRT'nin organize ettiği UNICEF ile alakalı 1979 senesi ulusal egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda yan yana gelmişler ve onun zerafetine kibirsizliğine sadine hayran kaldığını belirterek büyük oyuncudan bahsetmiştir.
Yine Sakıp Sabancı, Çolpan İlhan, Vehdi Koç, Nihat Erim, Orhan Kural gibi isimlerden de bahsetmiş kitapta.
Ben kitapta en çok Mina Urgan'ın Bir Dinozorun Anıları benzerliği görürüm diye düşündüm ama onu bulamadım. Bildiğiniz üzere Mina Urgan'da çok fazla önemli insanlarla çevre edinmiş ve önemli hadiselere denk gelmiş kıymetli bir isimdi. Onun kitabı daha heyecan verici idi. Gülten Hanım bazı isimlere sırf havalı isim diye kitapta yer vermiş. Elimi sıktı benim, masama içecek gönderdi benim, merhaba dedi bana gibi hikayeleri de mevcut. Ayrıca kimseyle ilgili olumsuz bir şeylerden bahsetmiyor. Bu onun fazla nahif ve olgun olduğunu da tabii ki gösteriyor ama Mina Urgan gibi belki daha sivri sözler okumak istedim. Bilemiyorum.
İkinci kısımda da kitapta gezi anıları, tanıştığı ve onu derinden etkileyen kişiler ve olaylardan, dönemsel olaylarla ilgili acı tatlı anıları gibi konulara değinmiş. Bu kısım ilk kısımdan daha heyecan verici ve samimiydi. Nedenini de yukarıda belirttim.
Kitabın sonunda bu anlatıya başlarken kimseyi kırmayacaktım, bunu kendime söz vermiştim ve sözümde durdum diyerek son noktayı koymuştur. Burada da zaten benim yukarıda belirttiğim sivri dilin kendi isteği ile yani bile isteye olmadığı zaten belirtilmiştir. hatta devamında kitapta bahsetmediğim yine çok sevdiğim dostlarım vardır, onlar ayrım yaptığımı düşünmesinler diyerek de nahifliğine devam etmiştir.
Kitabın başlangıç konusu olan genç bir tiyatro sanatçısının Cihangir'deki evinde ölü bulunduğu haberi kitabın sonunda benim yanlış anlaşmamış diyerek son bulur. Yani bir yanlışlık Gülten Dayıoğlu'na bu koskoca kitabı yazdırmıştır.
Kitapta yaşam serüveninden maraton olarak bahseder. Umarım bu maratonda hepimizin karşısına güzel kalpli insanlar çıkar ve biz de aynı Gülten Dayıoğlu gibi nahif bir şekilde ilerleyen zamanlarda onları anarız.
Kitaba puanım 9.
Hiç böyle bir kitap olacağı aklıma gelmemişti...
YanıtlaSilYine objektif bir inceleme olmuş, eline sağlık Emre abi.
YanıtlaSil