Ana içeriğe atla

Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda İncelemem

Virginia Woolf denilince aklıma ilk feminizm, bilinç akışı ve İngiliz Edebiyatının en temel taşı geliyor. Daha detaylı araştırmada bu kitapla alakalı inceleme yaparken yapma gereği duydum. Aşağı yukarı düşündüğüm gibi bir hayat hikayesi ama tabii ki çok daha ötesi Virginia için geçerli.

Kendisi annesini 13 yaşında kaybetmiş, okula o dönem için kadının toplumdaki statüsü düşük olduğu için gönderilmemiş, neyse ki babası gelişimi için emek sarf etmiş bir kadın olarak ilk dönemlerini geçirmiş.

22 yaşında da babasını kaybetmiş. İşte bu dönemde Bloomsbury grubu içinde kendini bulmuş. Peki bu grup nasıl bir grup derseniz, işte o kısmı çok karışık. Bu grup içinde entellektüelleri de barındıran, birçok yazara da ev sahipliği yapan bir grup. Grubun birçok üyesi LGBTQ üyesi. Özgürlükçü bir yapı olduğundan burada Virginia çok saygı görmüş ve değeri anlaşıldığından yazım konusunda önemli adımlar atmaya müsait bir ortam yakalamış.

Ölümü de yine toplumun ona dayattığı düzenin neticesi ile olmuş. Özellikle toplumun gidişatı, hastalıklar ve savaş konuları onu ciddi anlamda etkilemiş, ceplerine taş doldurarak bir nehire atlayarak intihar etmiş. Geriye bu büyük yazardan sadece iki adet mektubu kalmış.

Kendine Ait Bir Oda kitabına gelecek olursak; kitap 1929 yılında bir deneme olarak yazılmıştır. En basit ve en okunabilir kitaplarından birisi olarak genellikle yorumlanıyor. Virginia için başlangıç kitabı olarak da değerlendirilebilir. Kitabı, kadın ve edebiyat olarak kısaca özetlemek mümkün.

Kitabın çok okunmasının ve seviliyor olmasının ana sebebi de yine kadınlar. Kitapta birçok metafor var ve toplumsal adaletsizlikleri incelemek ve kadınların özgür ifade eksikliğine yorum yapmak için bu metaforlar kullanılmıştır.


Kitabın temel ve adının da geldiği cümle şudur : "Bir kadın kurgu yazacaksa parası ve kendine ait bir odası olmalıdır." Buradan da o dönem için kadınların ne kadar zorluklar içerisinde olduğunu net bir şekilde görebilirsiniz. Bir tane kendine ait bir oda. Evet dönem İngiltere'sinde ve birçok Avrupa ülkesinde kadın ikinci sınıftı ve kendilere ait bir alanları yoktu. Burada aslında onlarda erkekler kadar belki başarılı olabilirdi ama bu eşit ortam ne yazık ki hemcinslerime sağlanmadı ve Shakespeare'ler bizim hemcinslerimizden bu nedenle çıkamadı göndermesi de vardır. Genelde sürekli doğu kültürünün kadına vermediklerinden bahsederiz, hatta günümüzde de kadının toplumdaki yeri ile ilgili doğu kültürü hala istenilen seviyeye çok uzak. Bu gerçek. Ama anlattığımız bu olay 90 sene evvel İngiltere'sini anlatıyor. Burada Atatürk'e özellikle kadınlarımız çok teşekkür etmeli ve kıymetlini ekstra anlamalı diye düşünüyorum.

Kitapta kadınlarla ilgili o kadar çok mesaj var ki. Kadın sadece kadındır. Namus kadına özgü değildir. Ahlak, etik sadece kadınlara ait değildir. Kadın cinsel bir obje değildir. Kadın giyimine sadece dikkat etmek zorunda değildir. Sadece erkekler değil, kadınlar da yazar. İki cinsiyetin birbirinden üstünlüğü yoktur. Meslek ve düşüncelerin cinsiyeti yoktur. Kadınların da ekonomik özgürlükleri elinde olabilmeli. Çalışabilmeli. Okuma alanları onlara da eşit olarak tanınmalı. Bir kadın da devlet büyüğü olabilir, olabilmeli. Bu mesajlar işte kitaptaki birçok sayfada yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Bu kitaptaki birçok hakka günümüzde hala sahip olmayan birçok kadın var, elde edebilenler de bu kadınlar için empati yaparak okumalı bence.

Günümüz feminizmi beni ciddi anlamda rahatsız ediyor. Erkek düşmanlığı seviyesinde ilerliyor çünkü. Ama oluştuğu dönemlerde ne kadar hak ettiklerini isteme seviyesinde ilerliyormuş mevzu. Ne ara bu seviyelere geldi onu da anlamak mümkün değil.

Kitapta ilk dikkat çeken gönderme şudur; 1. Dört Meryem göndermesi. Eserin anlatıcısı karakterden şöyle bahseder : "İşte ben (bana Mary Beton , Mary Seton , Mary Carmichael veya istediğiniz herhangi bir isimle hitap edin, bunun hiçbir önemi yok.)". Bu kişiler rastgele oraya yazılmış isimler değildir. Bunlar önemli kadın figürleri idi. 16.yy da yaşayan ve kraldan çocuğu olan, çocuk yasak ilişki neticesinde oldu diye öldürülen ve kendileri de ölüm korkusu ile yaşayan nedimelerin isimleriydi.

2. Gönderme Shakespeare göndermesi. Yukarıda da bahsettim. Kadınların William Shakespeare kalitesinde eserler üretme kapasitesine sahip olup olmadıklarını ve hatta üretme konusunda özgür olup olmadıklarını inceliyor ve geçmiş ve günümüz kadın yazarlarının karşılaştığı sınırlamalardan bir bölümde bahsediyor. Judith kurgusal Shakespeare kardeşi olarak kitapta bundan dolayı yer bulur. "O da onun kadar maceracı, hayal gücü geniş, dünyayı görmek için can atan biriydi. Ama okula gönderilmedi." Bu arada Judith'in yüksek oranda Virginia olduğu anlamak da zor değil. İntihar ve okutulmama konusuna kadar birçok ortak geçmiş mevcut.

3. Gönderme : Kadın yazarlar. Kitapta dönemin önemli yazar ve önemli feminist kişilerine de yine ciddi bir gönderme mevcut. Jane Austen , Brontë kardeşler, George Eliot, Jane Ellen Harrison, Rebecca West ve Desmond MacCarthy bunlar bazıları.

4.gönderme: Kendisinin de yukarıdaki biyografisinde yer aldığı gibi lezbiyenlik konusu. Girmiş olduğu grup zaten biliyorsunuz LGBTQ üyelerinin bol olduğu bir yapıydı. Buna şaşırmamalı. Kitapta geçen bir cümle : "Kızarmayın. Kendi toplumumuzun mahremiyetinde, bu tür şeylerin bazen olduğunu kabul edelim. Bazen kadınlar kadınlardan hoşlanır."

Son gönderme: Androjenlik. Virginia'ya göre Androjenlik; " Eril ve dişil enerji dengeli olmalı ancak kaynaşmamalıdır." olarak yorumlar. Yani hem erkeksi, hem kadınsı da olabilir bir insan durumunu açıklayan kavram. Bu düşünceye de kitapta birçok yerde belirtiyor. Toplumun kendi cinsiyeti olmalıdır düşüncesi birçok yerde kendini belli ediyor. Bu arada Virginia kocasına aşık olarak ölmüş ama hayatında kadın sevgilileri de hep olan birisi olarak yaşamıştır. Bunu da bu kısımda belirtmekte fayda var.

Kitabı storytelde Deniz Yüce Başarır'ın muhteşem sesinden de dinleyebilirsiniz .Kitaba puanım 8.

Yorumlar

  1. Başarılı bir değerlendirme..Sadece birkaç düşük cümle duzeltilirse ciddi bir inceleme yazısı olacaktır..

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gayet güzel ve detaylı bir inceleme olmuş. Yapılan göndermeler gözden kaçmamış.

      Sil
  3. Keyifle okudum teşekkür ederim

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel olmuş hocam elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  5. Emre Hocam yine çok güzel bir yazar-kitap incelemesi bırakmışsınız buraya. Özenli incelemenizden istifade ediyorum. Emeğinize sağlık. Teşekkürler.📖✍

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ali Bektaş ve Gün Yüzü kitabı incelemem

Ali Bektaş, bence edebiyat dünyasının gerçek bir neferi. Kendisi ile bilen iyi bilir ki güzel bir dostluğumuz ve bidünyakitap çatısı altında da ortak bir çalışma alanımız var. İncelemeyi şunu belirtmeliyim ki; ne yazar, ne de kitap bazında objektif düşünce dışında yazmayacağım, bunu incelemeyi okuyan okur dostlarımın bilmesini her şeyden evvel rica ederim. Kitap yazmanın değil, basmanın bile zor olduğu bir dönemde yayınevi açarak bence büyük bir cesaret önderi olarak da ben Ali Bektaş'ı hep yorumlamışımdır. Kitap dünyasına girenler aslında nahif olması gereken bu dünyada çok fazla torpil vs döndüğünü de bence iyi bilir. Benim istediğim oranda kitabın basılır, benim organize edeceğim sadece etkinliklere katılabilirsin, benim istediğim sene dolmadan başka yayınevine geçemessin, ikinci baskı problemleri, editöryel, kapak tasarımı ile ilgili problemler, baskıda kalitesizlikler, ilgisiz yayınevleri vs vs. Saymakla bitmez. Bu dünyanın kitap grubu kurduktan sonra bende çok merkezine oturm...

Ahmet Ümit - Yırtıcı Kuşlar Zamanı İncelemem

Ahmet Ümit'i artık herkes çok iyi tanıyor, o nedenle uzun uzun onu anlatmayacağım. Polisiye denilince bence açık ara ülke edebiyatımızın yetiştirdiği en önemli isim. Bu kitapta da bu kalitesini yine tatmin edici ölçüde ortaya koymuş. Daha önce Ahmet Ümit'in 2 kitabını okumuştum. Bunlar Kayıp Tanrılar Ülkesi ve Patasana kitapları idi. Bu iki kitabı daha çok sevdim. Bu kesin. Hatta kendimce doğal olarak Ahmet Ümit polisiyesi birbirine çok benzeyen iki kitap olduğu için yani tarihi ögelerin olduğu bir kurgu olduğundan dolayı bu şekilde hep sanırım yazıyor diye bende bir düşünce oluşmuştu. O iki kitapta ana kahramanlar Başkomiser Nevzat değildi. Nevzat, sonradan kitabın bir noktasında ortaya çıkan bir karakterdi. Ama bu kitapta kitap baştan sonra Nevzat'ın zihninin etrafında dönerek ve onun ben diliyle anlatmalarıyla şekillenerek ilerliyor. Benim okuduğum kitaplardan farkı sanırım bu ve tarihi ögeler idi. Ahmet Ümit'in mitoloji sevgisini ve merakını onu tanıyan ve kitapları...

Agatha Christie - Acı Kahve İncelemem

Acı Kahve aslında Agatha Christie'nin bir oyunudur. 1930 senesinde yazılmış ve sahnede uzun yıllar bu oyun oynanmıştır. Bu Agatha'nın ikinci büyük yükselişidir. Aynı zamanda da ilk yazdığı oyun senaryosudur. Roman versiyonu orijinal metin değildir. Yani okuduğumuz bu kitap Agatha'ya ait bir fikirdir. Cümleler ona ait değildir. Romanlaştırma, Avustralya doğumlu yazar ve klasik müzik eleştirmeni Charles Osborne tarafından yapılmıştır. Kısaca konusu şudur: Bir bilim adamı olan Sir Claud Amory atom patlayıcısı için bir formül geliştirmektedir ama bu formul çalınır. Tabii ki bu hırsızlığı çözecek kişi Agatha'nın her kitapta neredeyse olan Hercule Pairot'tan başkası değildir. Ev halkı şunlardan oluşuyor: Claud'un kız kardeşi Caroline, yeğeni Barbara, oğlu Richard, Richard'ın İtalyan karısı Lucia, sekreteri Edward Raynor ve Lucia'nın eski arkadaşı Dr. Carelli. Burada güzel bir oyun oynanır. Bir kahve siparişi edildiği esnada, Claud bu formülü çalan kişinin ışık...