Bildiğiniz üzere Orhan Pamuk Nobel Ödülü olan bir yazar. O nedenle derinlik sağlama, karakter çizimi ya da edebi kalite oluşturma konusunda net çok iyi. Bununla ilgili sanıyorum ki kimse olumsuz bir yorum yapamaz. Konuşması ne kadar kötü ise eline kağıt kalem alınca da bir o kadar iyi bir yazar. Bunu bu eserinde de yine ortaya koymuş. Ama bir o kadar da sıkıcı mevzular var, oraya birazdan gireceğim.
Bu kitabında bir aşk hikayesine derinlemesine inme konusunu işleniyor. Ama bana kalırsa bu bir aşk hikayesi değil. Buna isterseniz libido, isterseniz psikolojik rahatsızlık, isterseniz de takıntı, bağımlılık vs ne derseniz deyin ama aşk bence bu mevzuya çok uzak. Edebi dünyadaki aşk hikayelerinden sonra bu hikayeyi modern aşk hikayesi olarak önümüze koymaları bence dönemsel olarak da sorgulanması gereken bir mevzu. Yani Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin evrile evrile günümüze Kemal ile Füsun aşkı olarak geldi ise ben bunu kabul etmiyorum, edemiyorum. Ya dönem bitmiş, ya aşk anlamını yitirmiş, ya da beklentiler sıfıra inmiş, bilemiyorum ama son durum bu.
Karakterlere geçiyorum şimdi; Kemal, zengin bir aileden gelen ve aile şirketinde yöneticilik yapan bir genç adam. Sibel, Fransa'da eğitim almış, kültürlü, güzel bir kadın ve Kemal'in kitabın başlarında nişanlısı olarak geçiyor.Ve asıl kız olan Füsun. Füsun, 18 yaşında güzelliğiyle adeta baş döndüren, Kemal ile geçmişte aynı ortamda bulunmuş ve matematik çalıştırma bahanesi ile sık sık görüştüğü ve bu görüşmelerde de seviştiği genç kızımız.
Bizim kendini akıllı sanan Kemal'imiz sonrasında hem genç Füsun ile, hem de başarılı Sibel ile aynı anda görüşeyim ve hatta Sibel ile bir de üstüne nişanlanayım demiştir ama ne yazık ki Füsun'u bu hamlesi ile kaybetmiştir. Bundan sonra zaten olaylar gelişir. Detaya girip spoiler vermek istemiyorum.
Kitaptaki en uzun iki bölüm 1.si nişan sahnesi. 2.si de Kemal'in sürekli Füsun'un aile evine yaptığı ziyaretlerin olduğu kısım. Bu iki kısımda da kitabı gram etkilemeyecek gereksiz detaylar var. Hiç konu yok. Ya da burada geçen karakterler pek işimize yaramıyor. Rus edebiyatı gibi gelip geçen onlarca karakter var. Yine Masumiyet Müzesi fikri için sırf bir şeyler biriktirebilmek için sürekli evden bir şeyler araklıyor. Her 20 sayfada 1 tek esprisi o bölümün bu. Kitabın en sıkıcı bölümü Çukurcuma'daki ailesi ile birlikte zaman geçirdiği 8 sene. Bu bölüm gereksiz uzundu. Asla bitmedi ve detayları da gereksizdi.
Yine depresyon geçirdiği dönem beni bitirdi. Aşırı nefessiz kaldım. Bu bölüm hiç bitmedi. Sürekli bir onu unutamayacağım hikayesi ile karşımıza çıkıyor. Kitapta bu psikolojik dönem bitmiyor. Belirttiğim gibi fazla uzun. Detaylar çok fazla. Çeşitli bir anlatım var, buna bir şey diyemem ama sayfa sayısı olarak asla ölçülü değil. Sıkıcı bir hal alıyor.
Kitapta en çok tartışılan konu sanıyorum şu; sen hangisine daha çok üzüldün? Füsun'a mı? Yoksa Kemal'e mi? Ben ikisine de üzülmedim. Bu kadar aldatma hikayesinin olduğu, normalleştirildiği ve aşk olarak bize dayatılmaya çalışıldığı bir hikayede ben Sibel'e sadece üzülürüm ve seçmek zorunda isem onu seçerim. Başka yok.
Kitabın sonu da tatmin edici değildi. Spoiler olmasın diye bu kısımdan bahsetmeyeceğim ama neden oldu, neden yaşandı, altyapısı ve mantığı olmayan bir bölümdü. Yine hikayeyi Orhan Pamuk'a anlatayım o da gitsin kitabını yazsın, müzesini açsın sonu da fazla ergence geldi. Ama şunu da belirteceğim, bu eşyaları görmek ve kitabın daha bütüncül olabilmesi amacı ile grubumla yakın zamanda bu müzeye gideceğim. Çünkü denenmemiş bir tarz ve bence büyük bir risk. Ama zaten köşeyi döndükten sonra Orhan Pamuk da bu riski almış.
Kitabın içerisindeki bir kere girmelik bedava müze bileti boşluğu harika bir detay. En çok buna bayıldım. Kitabı yanında olan herkes müzeye girebiliyor ve bu puzzle parçaları birleşebiliyor. Bu iyi ve sempatik bir detay. Bunu en yakın zamanda ben de yaşayacağım Bidünyakitapgrubu ile.
İstanbul'un Cumhuriyet'ten sonraki modernleşme ve batılılaşma sürecinde sosyete olarak isimlendirilen çevrenin dinamiklerini tanımak için de tercih edilebilecek bir eser olabilir. Ama belirttiğim gibi iyi bir aşk kitabı olarak seçilecek bir kitap değil. Çünkü aşk yok. Bir hikayede aldatma varsa o hikayede aşk olmaz. Aldatma hastalıktır, aşk gibi kutsal bir duygu da hastalığın olduğu yerde yeşermez.
Kitap bu arada gerçeğe uygun bir hikaye idi. Mantık hataları ya da gerçekte bu olmaz denilen yerlerin sayısı ne kadar çok olsa da yine aynı şekilde böyle toksik insanlar, elindekinin kıymetini bilmeyen, aç gözlü, memnuniyetsiz, kendi duyguları sadece ön planda olan insanların sayısı hayli fazla. O nedenle tabii ki yaşanabilir bir kurgu idi. Bazen Yeşilçam moduna dönse de hikaye bir şekilde kitap bitiyor. Bu kitap 375 sayfa olsa idi eminim 2 gömlek daha iyi bir kitap olurdu bence.
Bu arada eşya biriktirme olayını yapan birçok tanıdığım var. Hatta bazıları belki de bu kitabı okuduktan sonra bunu yapmaya başladı, bilemiyorum. Ama romantik bir şeymiş gibi geliyor ve gerçekten de eşyalar o insanı ve o insanın sana yaşattıklarını hatırlatır. Bu bir gerçek. O nedenle bu detay da yine özel ve tekti. Beğendiğim kısımlardandı.
Bu kitapta bir şeye daha dikkat ettim. O da geri dönüşler. Ya Orhan Pamuk sevdiren eser, ne aşk kitabı idi, ne unutulmaz eserdi vs deniliyor, ya da benim de dediğim gibi bu kitap bir aşk kitabı değil, ilişki fazla toksik, bu bir psikolojik hastalık kitabı diyenler oluyor. Bu da bir diğer gerçeği kitabın.
Şunu da belirtmek de fayda var. Storytel de Orhan Pamuk'un çok başarılı sesli kitapları var ve ben Murat Eken'in sesinden de araba kullanıyorken dinledim. Tüm kitapları bitirilebilir. Bu bir reklam değildir bu arada. Ben zaten sesli kitap çok sevmem. Hatta e kitap hiç sevmem. Ama gerçekten de aradaki boşluklarda işim varken falan odağım iyi olduğu özellikle vakitlerde dinledim ve çok memnun kaldım. Bunu da naçizane bir öneri olarak buraya koymak isterim.
Kitapta yine son bölümlerde sinema dünyası ile ilgili de iyi ve detaylı dönemsel araştırmalar yaptığını yazarımızın görüyoruz. Bu da sinema dünyasını sevenleri ekstra tatmin edecek bir parça olacaktır sanıyorum.
Bu romanda yukarıda da belirttiğim gibi bir edebi sorun yaşamayacaksınız ama uzun olan o iki bölüm sizi durduracak. Kitabın en büyük artısı aslında müzesinin olması bence. Belki müzesi olmasa o havası bir iki tık daha sönebilirdi. Düşünsenize para ne güzel bir şey. Parayla edebiyat bile satın alabiliyorsunuz. Bestseller bile satın alabiliyorsunuz. Adam önceden binayı tamamen satın almış, sonra restore etmiş ve müze yapmış. Çok büyük bir merak unsuru oluşturuyor. Gitmek ve okuduktan sonra görmek istiyorsunuz. Çünkü hiçbir kitapta bu yok. Özel dedim ya, nedeni işte bu. Düşünsenize Kürk Mantolu Madonna'nın da böyle bir müzesinin olduğunu. Bir yüz sene sonra Masumiyet Müzesi emin olun çok daha anlamlı, özel ve turist çeken bir yer olacak. Zaten yakında dizisi de geliyor. O da patlatır müzeyi. Hele bir de yazarı bir ölsün, bilirsiniz ölünce saygı işine biz bayılırız. O zaman işte görün.
Bu müze roman başarılı olunca yapılmamıştır, roman ve müze Orhan Pamuk tarafından ilk günden itibaren birlikte düşünülerek kurgulanmıştır. Önce bir bina satın alınmış, sonra hayali bir aile, hayali bir aşk, hayali bir dünya inşa edilmiş ama bu hayaller gerçek dünyanın düzenine monte edilmiş. Zor bir yola çıkılıp, başarılmış yani.
Orhan Pamuk bir söyleşisinde şunu söylüyor; "Ben ressam olmak küçükken çok isterdim ama romancı oldum, bu hayali çizim benim içimdeki ressam çocuğun da ölmediğinin bir göstergesi belki de."
O kıymetli ve kitaptaki ilk söz olan cümle ile incelememe son vermek istiyorum: "Hayatım en mutlu anıymış, bilmiyordum." Bu alıntı kitapta son cinsel birliktelik çağrıştırması amacı ile yazılmış. Yani o son gördüğüm an, onun son kez elini tuttuğum an, otobüse son kez bindirdiğim an, sarıldığım an değil. Burada bile bu kitaptan görülecek o ki bir aşk hikayesi bence çıkmaz, belirttiğim gibi libido, hastalık vs çıkar.
Kitaba puanım 8.