13 Haziran 2021 Pazar

İki Nur Sahibi Hz Osman(ra) Hayatı

   


 Hz Osman(ra) Fil Hadisesinin hemen ardından Taif'de doğmuştur.  Babası Affan Kureyş'in en zenginlerinden olup, Cahiliye döneminde ölmüştür. Annesi Erva ise peygamberimizin hala kızıdır. Peygamber efendimizden(sav) 6 yaş küçüktür.576 ya da 577 de doğduğu düşünülür. Mekke'nin en önemli ticaret adamıdır. Hz Ebu Bekir(ra) nın teklifi ile müslüman olan Hz Osman(ra), ilk 10 müslümandan biridir. Amcası Hakem müslümanlığın ardından onu evinde bağlayıp kararından vazgeçinceye kadar tutsak etmiştir. Ama o bu duruma dik duruşuyla karşılık vermiş. Şiddetle karşı çıkmıştır. Kararından döndüremeyeceğini anlayan Hakem bu kararından vazgeçmiştir. Kısa bir süre peygamberimiz Hz Muhammed(sav) ın kızı Rukiyye(ra) ile evlenmiştir. İslamiyetin 5. yılında Habeşistan'a hanımıyla hicret etti. Bu dönemde doğan oğlu Abdullah erken yaşında iken vefat etti.Bu vefat onu derinden yaraladı.1 yıl sonrada Habeşistan'dan önce Mekke'ye ardından Medine'ye hicret etti.

    Bu dönemde muhacirlerin kalabilmesi için peygamberimizinde(sav) isteği üzerine bi arsa verildi.Bedir savaşına Rukiyye(ra) nın hastalandığından dolayı peygamberimizinde isteği üzerine katılmadı.Galibiyet haberini henüz yeni öğrenen Rukiyye(ra) bu haberin hemen ardından vefat etmiştir. Bu Hz Osman(ra) nın ikinci büyük yıkılışı olmuştur.Peygamberimiz daha sonra onu diğer kızı Ümmü Külsüm(ra) ile evlendirdi. Ama onunda vefatı çok süre geçmeden gerçekleşince Hz Osman(ra)'a peygamberimiz başka bir kızım olsa yine sana verirdim demiştir ve ona olan sevgisini göstermiştir.

    Hudeybiye Antlaşması için Peygamberimizin(sav)'ın elçisi olarak Mekke'ye gitmiştir. Mekkeli liderler ona istediği vakit Kabe yi ziyaret edebileceğini söyleselerde o peygamberimiz(sav) olmadan asla bunu kabul edemeyeceğini söyleyerek peygamberimize olan bağlılığını göstermiştir. Gelmesi geciktiğinde Medine de öldüğü ile ilgili haberlerin çıkması üzerine peygamberimiz(sav) o Allah ve resülünün emrini yerine getirmek için gitti diyerek savaşmak için müslümanlardan biat aldı. Hz Osman döndüğü vakitte Tebük Savaşı için ordu teçhizatı açısından olağanüstü yardımlarda bulunmuştur. Peygamberimizin(sav) vahiy katipliğini Hz Osman(ra), Hz Ebu Bekir(ra) döneminde bu görevine devam edip, Hz Ömer(ra) döneminde de halef olması için çalışanlardan olmuştur.

Hz Osman(ra) Kılıcı 

    Hz Ömer(ra) ağır yaralı olduğu için birinin kendi yerine halef olarak seçilmesi gerektiğini belirttiğinde, Abdurrahman b. Avf ında önerisiyle en çok isteyen kimse onun seçilmesine karar verilmiştir. 3 gün üst düzey tüm görevlilerle görüşülüp karar alışverişinde bulunulmuş ve bu 3 günün neticesinde hem Hz Ali(ra), hemde Hz Osman(ra) görevini layıkıyla yapacaklarına yemin etmişlerdir. Bu konunun içerisinde sünnete uyma,siyasetiiyi yönetme, müslüman birliği,Allah'ın kitabına ve emirlerine uyma gibi konular vardır. Bu görüşmelerin ardından bu iki önemli kişiden Hz Osman(ra) halife olarak Hz Ömer(ra) nın yerine seçilmiştir. Hz Ali(ra) müslüman birliğinin olması açısından bu duruma karşı çıkmamış ve türlü fenalığa mahal vermemek amacıyla onun halifeliğine biat etmiştir.

       Hz Osman(ra) halifeliğinde Müslüman toprakların İran'daki ilerleyişleri devam etmiştir.Ve halifeliği yaklaşık 12 sene sürmüştür. Sasanilerin son hükümdarlarının da öldürülmesi ile tüm İran toprakları bu dönemde müslüman toprağı olmuştur.Bugünkü Afganistan,Azerbeycan,Dağıstan,Gürcistan bu dönem içerisinde fetih edilmiştir.

    İlerleyen dönemde gene Kuzey Afrika'da,İskenderiye'de,bugünkü Tunus'ta ve Sudan'da önemli zaferler elde edilmiştir.

    O dönem daha sonradan da halife olacak olan Muaviye, Suriye valisi idi. Kıbrıs'ı onun girişimleri ve Hz Osman(ra) nın da kabulü üzerine vergiye bağlamışlardır. Daha sonra bu ada fethedilerek buraya 12.000 müslüman asker yerleştirilmiştir. Bizans'a karşı denizde yapılan savaş neticesinde Bizans'ın Akdeniz'deki varlığı da sona erdirilmiştir.

    Hz Osman(ra) nın dönemi refah ve fitne dönemi diye ikiye ayrılır. Şimdi fitnenin başladığı döneme geçiş yapıyoruz. Hz Osman(ra) bilindiği üzere Hz Ömer(ra) ya göre çok daha yumuşak karakterli ve daha çok sevilen ve su kuyuları gibi daha fazla yardımı dokunmuş bir kimsedir. Hz Osman(ra) nın öldürülme hikayesi sabittir ama detayları kişilerden kişilere ne yazık ki değişmektedir. Bu konuyla ilgili net bir anlatım yoktur. Öldürülmesinin ardından yaşanan Cemel ve Sıffin Savaşı da onun öldürülmesi sonucu çıkmış olan ve müslümanı müslümana kırdıran üzücü hadiseler olarak tarih sayfalarında yer almıştır. Fitneyle ilgili çeşitli hikayeler anlatılsa da bununla ilgili en akla yatkın geleni müslümanların içerisine sızarak bölme amacıyla hareket eden İbn Sebe ile alakalı olan hikayedir. Çünkü Hz Ali(ra) de, Hz Osman(ra) da diğer anlatımlardaki karakterlere uygun kişiler değillerdir. Bu hadis kaynaklarında peygamber efendimizin onlarla ilgili söylediği güzel cümlelerle sabittir. Ayrıca cennetle müjdelenen 10 sahabeden olduklarını da hatırlatmakta fayda var.

    Kısaca öldürülme konusunu süzgeçten geçirerek özetleyecek olursak: Hz Osman (ra) döneminde bazı valilerle ilgili ciddi şikayetler vardır. Bu valilerin yönetme biçimi müslümanları rahatsız etmekte ve Hz Osman(ra) ya yapılan şikayetlerde bu konuyla ilgili hiçbir şey yapmadığı görülmektedir. Ayrıca 2.bir gerçekte şudur ki: Hz Osman(ra) ciddi bazı pozisyonlara kendi akrabalarını yerleştirmektedir. Liyakatsız geldiklerini ve işini layıkıyla yapmadıklarını düşünen kesim yadsınamayacak derecede çoktur. Bunlara verilecek örnekler çoktur. Anne bir kardeşi Velid,akrabası Said, sütkardeşi Abdullah, dayı oğlu Abdullah, amca oğlu Mervan önemli pozisyona getirdiği akrabalarından bazılarıdır. Bu yapılan uygulama Hz Osman(ra) nın kabilecilik, akrabacılık yaptığı ile ilgili ortaya birçok lafın atılmasına mahal verdi.

    Vali Velid'in içki içtiğini tuttukları şahitlerle ispat edip, onu görevden aldırmıştır. Ama bu konuyla ilgili iftira durumu da unutulmamalıdır ki söz konusudur, çünkü şikayet edenler ona cinayet konusunda düşmanlık besleyen bir akraba grubudur. Yerine gelen Said ise Kureyşlilik ile ilgili konuşmasından dolayı gene aynı şekilde kabileciliği körüklüyor denilerek hedef gösterilmiştir. Bu kışkırtma olayında kışkırtmayı gerçekleştiren grup Hz Osman(ra) nın isteği üzerine Muaviye nin yanına sürgüne gönderildi. Halifeden kısa süre sonra izin alarak geri döndüler ama bu dönüşleri onların fitne alevine daha da azgın hala getirdi.

    Bu dönemde iki önemli muhalefet kişisi ortaya çıktı. Biri Hz Ali(ra) yanında büyüyen Muhammed(Hz Ebu Bekir(ra) oğlu), ikincisi de Hz Osman(ra) tarafından valilik alamadığı için ona kin besleyen Ebu Huzeyfe nin oğlu Muhammed dir Bu dönemde Abdullah bin Sebe tarafından yönlendirilen muhalif gruplar, Hz Osman(ra) nın ve valilerinin işlerini layıkıyla yapmadıklarını ve dini kuralları çiğnediği ile alakalı konuşmalar yaparak halkı galyana getirmekteydi. Abdullah bin Sebe halkın karşısına çıkıp okuduğu mektupların devamında halifeliğe geçmesi gereken kişinin Hz Ali (ra) olması gerektiğini söylüyordu.

    Diğer önemli bir konuda şuydu: Hz Osman(ra), halifeliğinde Hz Muhammed(sav) ın Taif'e sürgüne yolladığı amcası Hakem'i geri çağırmasıdır. Ayrıca diğer önemli bir hususta peygamberimizin mührünü su kuyusuna düşürmesi sonucunda halk, bu olayın rast gelme sonucu olan bir olay değil, ilahi bir mesaj olduğunu ve bu görevinde istenmediğinin bir işareti olduğunu belirtmektedirler.    

Hz Osman'a nispet edilen mushaftan bir sayfa


    Dedikoduların devam ettiği esnada valilerini Medine'ye çağırmış ve onlarla bir konuşma yapmıştır. Valilere her şeyi Kuran ve sünnete uygun olarak itidal içinde yapmalarını emir edip onları huzurundan göndermiştir. Muaviye bu dönem içinde Medine'ye asker isterse yollayabileceğini ve korunması gerektiğini söylese de o Medine halkının ona yanlış bir şey yapabileceğini düşünmemiş ve onların rahatsız olmaması için asker teklifini de redetmiştir.

    Vali Said'i tutsak eden muhalifler onun görevden alınmasını sağladı. Bu kabul aslında onların daha da güçlenmesini sağladı. Çeşitli önemli sahabelerin isimlerini kullanarak yalan mektuplar göndererek halkı kışkırtmaya devam ettiler. Gene bu konunun için İbn Sebe nin adı geçmektedir.

    Şikayet için bir heyet Medine'ye geldi. Heyetle görüşme olumlu geçti ve Hz Osman(ra) kendi bazı hatalarını bu görüşmede kabul etti. Bu dönem içinde Mısır'dan hac amacıyla 1000 kişilik 3 büyük grup gelmiş ve Hz Osman(ra) la görüşmek istemişlerdir. Sahabelerin önde gelen isimleri bu görüşmeyi reddetmişlerdir. Hz Ali(ra) ise oğlu Hz Hasan(ra) ya haber yollaması için Hz Osman(ra) nın yanına yollamıştır. Ebu Bekir(ra) nın oğlu Muhammed de ne yazık ki bu grubun içerisindedir.

    Grup geri gittiği esnada ölüm emri verilen bir mektubun olduğu ve mektubun altında Hz Osman(ra) nın mührünün bulunduğu bir yazı ile beraber geri döndüler ve Hz Osman(ra) nın evini kuşattılar. Bu mektubu Mervan ın yazdığı ile ilgili de rivayetler vardır.

    Bu dönem içerisinde suların herkes tarafından içilmesini sağlayan ve su kuyularını tüm müslümanlar için peygamberimiz(sav) ın ricası üzerine satın alan Hz Osman(ra) bu asiler susuz bırakmıştır. İmamlık yapması hariç evden dışarı çıkmasına izin vermemişlerdir. İlerleyen dönemlerde çok güzel bir konuşma yapan Hz Osman(ra), halkı yatıştırdı ama ilerleyen zamanlarda çok önemli başarılar elde edecek de olan Mervan halkı tekrar alevlendirdi. Bu dönemde hadis kaynaklarında geçen hadiseye göre peygamberimizi rüyasında gören Hz Osman(ra) yarın seninle beraber iftar edeceğiz demesi üzerine ve müslümanların kanının akmamasını istemesi üzerine güçlü de olsalar kesinlikle Medine halkının kılıçlanmasını istememiştir. Bir nevi ölümü beklemiştir.

    

Kanın düştüğü ayette 'Onlara karşı Allah yeter' yazmaktadır.

    Evini yakan asiler Hz Osman(ra) yı Kuran okuduğu bir esnada öldürmüşlerdir. Öldüğünde 82 yaşındadır. Cenazesi 3 gün sonra gömülmüştür ve Muaviye nin halifeliği döneminde etrafı Cennetül Baki'ye devredilerek, etrafı çevirilerek mezar haline getirilmiştir.


        Bazı uzman görüşler İbn Sebe olmasaydı bu durumların olmayacağı görüşündedir.Hz Osman(ra) nın en büyük özelliği peygamberimizin de hadislerde belirttiği haya özelliğidir. Tirmizı de ise peygamberimiz onunla ilgili benim refikim olarak bahseder. Ayrıca hac menasiki konusunda en bilgili sahabe olduğu söylenir.Peygamberimiz(sav) hayatta iken Kuran ı ezberleyen ve fetva veren sayılı isimlerdendir.    

19 Mayıs 2021 Çarşamba

KUDÜS'ÜN FATİHİ SELAHADDİN

     Arkadaşlar malumunuz İsrail-Filistin konusu bir kez daha günümüzde alevlendi. Zaten her sene bu durum artık tekrarlanır hale geldi. Böyle çirkin olaylar sürekli tekrarlanırken bizim elimizden dua etmekten başka ne yazık ki bir şey de gelmiyor. Bir önceki yazımda da söylediğim gibi yeni Selahaddin Eyyubi lerin gelmesi lazım demiştim. Müslümanların kendi içerisinde tek bir güruh olarak hareket etmesi lazım. İşte tüm bilinmeyenleri ile  Kudüs'ün Fatihi Selahaddin Eyyubi.


    Selahaddin Eyyubi'nin soyu Hezbani Kürtlerinin Revvadi koluna dayanmaktadır. Ve Sünni bir kişidir. Soyunda Eyyubi'nin Tebriz'de valilik yapan ataları mevcuttur. Kürtlüğü ile ilgili çeşitli kaynaklarda bu durum tartışılsa da İlber Ortaylı gibi büyük tarih üstadları Kürt prensi olduğunu doğrulamaktadır. Babası Necmeddin, Türk valisi İmaeddin Zengi'nin yanında çalışmakta, dedesi Şadi ise Şam valisi Bihruz ile arkadaşlık yapmaktadır. Selahaddin'in annesinin soyu ise Selçuklulu bir emirin kızkardeşliğine dayanmaktadır. Dedesi sayesinde babası Tikrit Kumandanı olur. Tikrit, Bağdat'ın 150km kuzeyinde bir şehirdir. Selahaddin'in amcası Şirkuh ve babasının, Bihruz'la aralarında çıkan bir sorundan dolayı İmaeddin Zengi'nin yanına girmişlerdir.

Dar-ul Hadis(Okuduğu Üniversite)

    Selahaddin, Baalbek ve Şam'da büyür ve iyi bir eğitim alır. Sadece askeri değil, dini eğitime, matematiğe, mantığa, sosyolojiye, tarihe,  geometriye, astronomiye, felsefeye, aritmetiğe de merakı vardır. Arapça, Farsça, Kürtçe ve Türkçe konuşabiliyordur.


Şirkuh Heykeli

    Fatımi halifesinin yanında bir çok savaşa girer. Amcası Şirkuh ile birlikte çok başarılar elde eder. Haçlı Komutanı Kayseryalı Hugh u esir almaları da bu başarılardan biridir. Başarıları neticesinde halife tarafından amcası Şirkuh ve kendisine kale, para ve askeri yardım yapılmıştır ve verilen kaleyi sonuna kadar savunmuşlardır.

Nureddin Mahmud Zengi

    1.Haçlı Seferi sonunda kurulan Kudüs krallığı gözünü Mısır'a diker. Bu dönemde Mısır'da iç karışıklık hakimdir. Vezir Şaver, Nureddin Mahmud Zengi ile bir anlaşma yapar. Yardımın kabulü için Nureddin oraya Şirkuh ve Selahaddin'i görevlendirir. İç karışıklığı çözen Şaver, Nureddin'e ihtiyacının olmadığını düşünerek Haçlı'larla birlikte hareket eder. Bunun neticesinde Selahaddin, Şirkuh ve Nureddin büyük bir başarı elde ederek Şaver ve Haçlı donanmasını defederler. Ama aradan geçen kısa sürede Nureddin ve Şirkuh, Mısır'ın fethinin kolay olacağını anlamış ve tekrar sefere çıkmışlardır. Tabi gene Selahaddin'de amcası Şirkuh'la beraberdir. Şaver gene Haçlı'lardan yardım ister.Selahaddin'in ordusu kendilerinden 15 misli büyük bir ordu ile savaşarak zafer kazanmayı başarırlar. Bu savaşta Selahaddin, İskenderiye'yi de ele geçirir. Ama sadece ele geçirdiği kalede 100 tane adamıyla kalan Selahaddin sulh yapmak zorunda kalır. İçerden 100 kişinin çıktığını gören Haçlı'lar şok içinde kalırlar. Selahaddin'e olan hayranlığı Hristiyanların işte o anda artmaya başlar.

Selahaddin'in Mısır'daki Savaşları

    Aradan geçen sürede Kudüs krallığı, Fatımilerin zayıf olduğunu görerek Kahire'ye girerler. Fatımi Halifesi'de Nureddin'den yardım ister. Şirkuh ve Selahaddin, Kahire üzerine tekrar sefer düzenler. Bunu duyan Kudüs Krallığı ordusu kaçar. Şaver ise olanlardan artık sıkıldığından dolayı, Şirkuh ve Selahaddin başta olmak üzere hepsini bir yemeğe davet ederek ortadan kaldırmayı planlar. Ama onun bu planı suya düşer çünkü haber tüm Fatımi ve Nureddin'in taraflarınca duyulur. Bunun üzerine Şaver'i ziyarete çağıran Selahaddin onun atından inmesini bile beklemeden atından düşürür. Daha sonra Şaver, Fatımi halifesi tarafından idam ettirilir. Fatımi veziri bu olay ardından amca Şirkuh olur ama o yalnızca 2 ay daha yaşayabilmiştir.

    Aradan geçen sürede Şii olan Fatımiler'in dönemi bitmiş ve Sünni olan Eyyubi ler söz sahibi olmuştur. Artık Müslümanlıkta tek halifeli bir döneme geçilmiş olup, bu halifede Selahaddin Eyyubi olmuştur. Bu dönemde Nureddin ölür ve onun dul eşi İsmedüddin Hatun'la Selahaddin evlenirler.


    1177'de Eyyubiler ile Kudüs krallığı arasında yani cüzzam hastası olan 16 yaşındaki 4.Baudouin ile Selahaddin arasındaki Montgisard Savaşı'nı Kudüs Krallığı kazanmıştır.

    

Alman Kralının Boğuluşu resmi

Selahaddin, Lüzinyalı Guy ve ordusunu aradan geçen 10 sene sonrasında 1187'de Filistin yakınlarında bulunan Hıttın'e kadar kovalar. Çok önceden su kuyularını tutan Selahaddin, Guy'un ordusunu susuz bırakır. En sonunda pes eden Guy ve ordusu Selahaddin'in karşısına çıkarlar ve savaşı kaybederler. 1187'de tüm dinlerde kutsal olarak geçen o toprak Kudüs artık müslümanlarındır. Papa Kudüs'ün kaybı sonrası bu acıya dayanamayarak ölür. Aradan geçen 2 yıl sonrasında papa 8.Gregerius çağrısıyla Hristiyanların büyük ülkeri Kudüs'ü tekrar kazanmak üzere sefere çıkarlar. Alman komutanı Barbarossa Silifke'de boğularak ölür. Fransız ve İngilizlerde Selahaddin Eyyubi'yi yenemeyerek geri dönerler. İngiliz Kralı ünlü gaddar Arslan Yürekli 1.Richard idi. Savaşta şöyle bir sahne yaşanmıştı. İki tarafta da savaş esirleri vardı ve bu sahnede iki önemli kral karşı karşıya geldiler. Selahaddin ve Richard. Haçlıların komutanı olan I. Richard esirleri yüksek fidye almadan bırakmak istememekteydi. Selahaddin'in bu bonkör hareketiyle fidyeyi vermeyeceğini anlamış oldu. Richard acımasız tabiatını açığa vurarak 2.700 kadar savunucu erkek askeri ve yaklaşık 300 kadar kadın ve çocuğu birbirlerine iple bağlanmış bir şekilde kale kapısı önüne Selahaddin'in uzaktan görebileceği bir mevkiye getirtti. Onları Hristiyan Haçlı şövalyelerin "merhametine" bıraktı ve onlar da ellerinde bulunan her türlü kılıç, mızrak ve hatta büyük taş gibi silahlarla esirlerin üzerine üşüşüp tek birini sağ bırakmadan hepsini öldürdüler. Buna karşılık Selahaddin esir tuttuğu Hristiyanları öldürerek karşılık verdi. Bu dönemde ikinci ilginç bilgi de Kral Montferat'lı Conrad'ın Haşhaşilerce öldürülmesi olayıdır. Bu olayla ilgili hatta Haçlılar tarafında iç karışıklık çıkmış, Conrad'ın Richard tarafından öldürülttüğü dedikoduları çıkmıştır. Savaş sonrası Selahaddin'in özel kalemi olan ve hayatını yazan İbni Şeddad 'a göre Selahaddin : ''Kendime ne olacağını bilmediğim için bir barış yapmaktan korkmaktayım. Onlara bu arazileri bıraktığımız için düşmanlarımız büyüyüp güçleneceklerdir. Daha önce terk etmiş oldukları arazileri tekrar ellerine geçirmek için geri geleceklerdir. Onların her birinin kendi tepesi üzerinde (kaleleri içinde) korunup sarınmış ve buralardan 'ben burada kalacağım' diye fikirlerini ilan edeceklerini ve Müslümanların da bundan harap olacaklarını görmeyi bekliyorum.'' demiştir. Dediği gibi de olmuştur.

Kudüs Fatihi Selahaddin


    Arslan Yürekli Richard'a ne oldu derseniz; tatar yayıyla atılan bir ok ile eğitim esnasından vücuduna okun girmesi neticesinde kangren olarak çok erken bir yaşta, 41 yaşında öldü. Selahaddin Eyyubi ise sarıhumma denilen hastalık yüzünden 66 yaşında öldü.17 oğlu ve 1 kızı vardır.

Selahaddin'in Şam'daki Mezarı

11 Mayıs 2021 Salı

Filistin-İsrail Konusu ve Mescid-i Aksa

     Malumunuz günümüzde Mescit-i Aksa da yaşananlar ortada. Bende bu durumun arka planını sizlere anlatmak istedim. İsrail-Filistin durumu nerelerden bugünkü haline geldi? Türkiye'nin bu duruma karşı tutumu nedir? İsrail'le ve Filistin ile Türkiye arası nasıldır? Mescid-i Aksa nın tarihi ve Müslümanlık için önemi?


Selahaddin Eyyubi minberi
    İlk önce Mescid-i Aksa dan biraz bahsetmek istiyorum. Malumunuz Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa. İçerisinde Kıble Mescidi, Kubbetüs Sahra da dahil olmak üzere yüzlerce önemli yapı ve eser var. Geçmişte Süleyman Tapınağı, günümüzde sadece Ağlama Duvarı diye bilinen bir duvar da bu yapının içerisindedir. Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haram dinimiz için en kıymetli Mescitler olup, üç harem bölgesi Harem-i Şerif adını da alırlar. Peygamber efendimiz(sav) ın miraç hadisesi de gene burada gerçekleşmiştir. Hz İbrahim ve oğulları burada namaz kılmışlardır. Bu topraklarda Hz İsa, Hz Süleyman, Hz Musa da görmüş ve yaşamışlardır. 16 ay boyunca bize kıble olmuştur. Yine peygamberimiz tüm geçmiş peygamberlere burada namaz kıldırır ve peygamberlerin peygamberi olduğu burada bir kez daha kanıtlanır. Kıble Mescidini Hz Ömer içeriye diktirdi. Abdulmelik oğlu Mervan buraya Kubbetus Sahra yı inşa ettirdi. Önce depremler sonra savaşlar bu mübarek alana çok zararlar verdi. Haçlıların eline geçti. Bu yıllarda tapınak şövalyelerinin toplanma yerleri oldu.1187 de büyük komutan Selahaddin Eyyubi tekrar burayı almayı başardı. Buraya minberde koydurdu. Günümüze kadar birçok tarihte deprem ve tadilat işlemi görmüştür ve bugünkü halini en nihayetinde almıştır. Hatta Rohan isimli bir deli Mescid-i Aksa nın minber, Kıble Mescidi kirişini de yakmıştır.15 Ocak 1988'de Siyonist güçler, Mescid-i Aksa önünde gösteri yapanlara ateş açmış ve sonrasında Mescid-i Aksa'da namaz kılan 40 kişinin ölümüne neden olmuştur.8 Ekim 1990'da, iddia edilen Üçüncü Tapınağın temel taşını yerleştirme amacındaki radikal bir grup yahudinin Mescid-i Aksa'yı "Tapınak Tepesi" ilan etmesini protesto eden 22 Filistinli, İsrail polisi tarafından öldürülmüş, 100'den fazlası ise yaralanmıştır.8 Ekim 1990 tarihinde Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırıda 30 Filistinli hayatını kaybetti, 800'e yakını yaralandı. Mescid-i Aksa resmen Ürdün Evkaf Bakanlığı yönetimi altındadır. Ama İsrail Devleti Kudüs'ü ilhak ettiğini iddia ettiği için efektif yönetim İsrail devleti otoritesi tarafından yapılmaktadır.

    Şimdi gelelim Filistin ve İsrail olayına. Olay taaa 1897 lere kadar dayanıyor. Evet yeni bir olay değil.1897 de İsrail Birinci Siyonist Kongresi yaparak ardından da 1917 Balfour Deklarasyonu yaparak Filistin'de Yahudi vatanına ilişkin ortaya attığı düşünce ortamı geriyor. Aşağıda da göreceğiniz üzere o tarihlerde İsrail'in toprağı yok denecek kadar az, ayrıca nüfusu da az.

    İngilizler bu dönemde İsrail'in bu topraklarda Yahudilerin de yaşayabileceği bir toprak yaşamasını istedi.1947 Birleşmiş Milletler Filistin Bölme Planı ve daha geniş Arap-İsrail çatışmasının başlangıcı olan 1947-1949 Filistin savaşıyla sonuçlandı.

Altı Gün Savaşında Mescid-i Aksa
     1967 de bunun ardından İsrail ile Arap İttifakı bir savaş yapmıştır. Savaş altı gün sürdüğü için savaşa Altı Gün Savaşı denilmiştir. Arap İttifakı'na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır. Bu savaş neticesinde ülkemiz Türkiye, İsrail'in 1967'de Mısır'a ani saldırısıyla başlayan ve Doğu Kudüs'ü, Batı Şeria'yı, Sina Yarımadasını ve Suriye'deki Golan Tepeleri'ni işgal ettiği Altı Gün Savaşları'nda, Arap ülkelerinden yana tutum aldı. İsrail'in Golan ve Kudüs dahil işgal ettiği yerlerden çekilmesini istedi. İsrail'in Golan tepelerinde elde ettiği nihai zaferin ertesinde ateşkes imzalandı. Bu antlaşmada İsrail; Doğu Kudüs, Golan Tepeleri, Gazze Şeridi ve Sina Çölü'nü ele geçirdi. 68 bin 300 kilometrekarelik bir alanı, Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarını işgal eden İsrail sınırlarını altı günde iki buçuk kat genişletmiş oldu. Birleşmiş Milletler kararlarına rağmen de İsrail bu toprakları elinde tutmaya devam ediyor. Bu savaşla ilgili neticesi ve savaşın İsrail ile alakalı olumlu sonuçlanmasının ardında tabi ki tahmininiz üzere arka planında ABD ve İngiltere'nin yardımlarının olduğunu söylememe gerek yoktur. Yoksa nasıl o kadar ülkeye tek küçük bir ülke baş edecek değil mi yani. ABD savaş gemisini İsrail'e yardım için göndermekten bile çekinmedi. Ama yine günümüzdeki gibi bütün iddiaları İngiltere ile birlikte reddettiler.

    1993-95 Oslo Anlaşmalarıyla iki devletli çözüme doğru ilerleme sağlandı, ancak bugün Filistinliler, Gazze Şeridi'nde ve Batı Şeria'daki 165 mıntıkada İsrail askeri işgaline maruz kalmaya devam etti.

    İki tarafta da nihai bir anlaşma hiçbir zaman olmadı denilebilir. Bu dönemler içinde Filistin tarafında sivil ölümleri de malumunuz çok fazla oldu. 

    Şu anda doğrudan müzakere yapan iki parti, Benjamin Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümeti ve Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ). Resmi müzakerelere Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerden oluşan özel bir elçi tarafından temsil edilen Ortadoğu Dörtlüsü (Dörtlü) olarak bilinen uluslararası bir birlik aracılık ediyordu. Arap Birliği, alternatif bir barış planı öneren bir diğer önemli aktör. Arap Ligi'nin kurucu üyesi Mısır, tarihsel olarak kilit bir katılımcı olmuştur. 1988'de Batı Şeria'daki iddiasından vazgeçen ve Kudüs'teki Müslüman kutsal türbelerinde özel bir role sahip olan Ürdün de önemli bir katılımcı oldu.

    2006'dan bu yana Filistin tarafı, iki büyük fraksiyon arasındaki çatışmalardan dolayı parçalandı:Geleneksel olarak baskın parti olan El Fetih ve Hamas. Hamas'ın 2006'daki seçim zaferinden sonra, Dörtlü, gelecekteki hükümetin şiddete başvurmama taahhüdüne, İsrail Devleti'nin tanınmasına ve önceki anlaşmaları kabul etmesine, Filistin Ulusal Otoritesine (PA) gelecekteki dış yardımı koşullandırdı. Hamas, Dörtlü'nün dış yardım programını askıya alması ve İsrailliler tarafından ekonomik yaptırımlar uygulanmasıyla sonuçlanan bu talepleri reddetti. Bir yıl sonra, Haziran 2007'de Hamas'ın Gazze Şeridi'ni ele geçirmesinin ardından, resmi olarak Filistin Yönetimi olarak tanınan bölge Batı Şeria'daki El Fetih ile Gazze Şeridi'ndeki Hamas arasında bölündü. Yönetişimin taraflar arasındaki bölünmesi, Filistin Yönetimi'nin iki partili yönetiminin etkili bir şekilde çökmesine neden olmuştu. Ancak 2014 yılında hem El Fetih hem de Hamas'tan oluşan Filistin Birlik Hükümeti kuruldu. Barış müzakerelerinin son turu Temmuz 2013'te başladı ve 2014'te askıya alındı. Hamas neredeyse tüm büyük ülkeler bir terör örgütü olarak görürken, El Fetih bu şekilde nitelendirilmez. Hamas ı AB ve ABD başta olmak üzere tüm güçlü ülkeler terör örgütü olarak kabul eder.1989 larda günümüze kadar birçok silahlı saldırı ve canlı bomba intihar eylemleri yapmışlardır.

    Sıra geldi ülkemiz bu dönemlerde neler yaptı sorusuna?

    1970'lerde ikili ilişkilere İsrail ile Türkiye arasında soğukluk hakim oldu. Mescid-i Aksa'nın 1969'da kundaklanmasının ardından 1975'te BM Genel Kurulu'nda "Siyonizmin bir tür ırkçılık olduğu" yönündeki karar tasarısına Ankara'nın destek vermesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü tanımasına İsrail'in tepkisi gösterdi.

    İkili ilişkiler, 1 Ocak 1980 itibariyle büyükelçilik seviyesine yükseltildi. 30 Temmuz 1980'de İsrail'in Doğu Kudüs'ü ilhak ve Kudüs'ü ebedi başkent ilan etmesi üzerine, Türkiye, Kudüs Konsolosluğunu kapatarak Tel Aviv'deki temsil seviyesini en alta indirdi.

    1986'da maslahatgüzar düzeyine çıkarılan ilişkiler, bir yıl sonra başlayan Filistin intifadası ve ardından Türkiye'nin 15 Kasım 1988'de bağımsızlığını ilan eden Filistin Devleti'ni tanıması ile durgunluk dönemine girdi. Diplomatik temsilin büyükelçilik seviyesine kavuşması 6 yıl sonra mümkün oldu.

    Türkiye'nin 1989'da, İsrail'in BM'de temsilini yasaklayan karar tasarısına ret oyu vermesi ilişkilerde yumuşama sürecini başlattı.

    Bu arada, Madrid Konferansıyla başlayan Ortadoğu Barış Süreciyle Arap-İsrail gerilimindeki tansiyon azalma eğilimine girdi. 1991'de Filistin ve İsrail, Ankara'daki temsilciliklerini büyükelçilik düzeyine yükseltti. Bunu Türkiye'nin Kudüs'teki başkonsolosluk faaliyetlerinin başlaması izledi.

    

    Taraflar 1994'te güvenlik, 1996'da askeri alanda eğitim ve işbirliği anlaşması imzaladı. Savunma sanayinde işbirliği ve serbest ticaret anlaşmalarının ardından Türkiye, İsrail ve ABD donanmaları 1998'de Akdeniz'de ortak tatbikat düzenledi.

    1990'larda Ortadoğu barış süreciyle gelen havanın da etkisiyle gelişen Türkiye-İsrail münasebetleri, dönemin başbakanı Ariel Şaron'un barış karşıtı radikalizmi nedeniyle bozuldu. 2000 yılında Mescid-i Aksa'ya provokatif bir ziyaret yapan Şaron, İkinci İntifada'nın başlamasına neden oldu. Şaron'un Filistinlilere karşı oldukça sert bir politika izlemesi, Türkiye ile ilişkilerini de bozdu.

    Beş yıl sonra ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik adımlar atıldı. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan 4 ay arayla İsrail ve Filistin'i ziyaret etti. İsrail'in 12 Temmuz 2006'da Lübnan'a ve 27 Aralık 2008'de Gazze Şeridi'ne saldırması, Türkiye'den büyük tepki aldı.

    

Davos'da Erdoğan

2009 yılı başında Davos'ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'ndaki bir oturumda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in Gazze saldırılarını meşrulaştıran sözleri ve diplomatik sınırları ihlal eden davranışı karşısında dönemin başbakanı Erdoğan, tepkisini gösterdi. Erdoğan'ın uluslararası kamuoyunda "one minute" çıkışı olarak hatırlanan tepkisi, Arap kamuoyu başta olmak üzere tüm dünyada yankı uyandırdı. Erdoğan, Peres'e "Sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum." sözleriyle verdiği karşılık ve "Davos benim için bitmiştir" diyerek oturumu terk etmesi, uzun süre gündemde kaldı.

    2009 sonbaharı ve 2010 başlarında İsrail'in Türkiye'de yayınlanan bazı dizilerde kendisine düşmanlık yapıldığı gerekçesiyle Dışişleri Bakanlığı'na çağrılan Türk Büyükelçisi'ni alçak koltukta oturtma nezaketsizliğinden ötürü iki ülke arasındaki tansiyon yeniden yükseldi.

Mavi Marmara Gemisi


    31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşen Mavi Marmara katliamı ilişkilerdeki en büyük kırılma noktalarından oldu. İsrail, Gazze'ye yönelik ablukayı delmek üzere insani yardım götüren konvoya uluslararası sularda müdahale etti. Gemide 9 Türk vatandaşı katledildi. Ağır yaralanan 1 vatandaş da sonradan hayatını kaybetti.

    Türkiye, Tel Aviv Büyükelçisini geri çekerken, İsrail'den derhal özür dilemesini, kurbanların ailelerine tazminat ödemesini ve Gazze'deki ablukayı kaldırmasını istedi.

    İsrail'in adım atmaması üzerine Türkiye ilişkileri asgari seviyeye indirdi. Diplomatik temsili maslahatgüzar seviyesine düşürdü ve tüm askeri anlaşmaları askıya aldı.

Netanyahu ve Erdoğan


    İsrail Başbakanı Netanyahu, 22 Mart 2013'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı telefonla aradı. Mavi Marmara katliamındaki can kayıpları ve yaralanmalardan ötürü İsrail adına Türk halkından özür diledi. Erdoğan, özrü Türk halkı adına kabul etti.

    Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin normale dönmesi hakkındaki mutabakatı tarafların Roma'da sonuçlandırdığını duyurdu. Türkiye'nin tüm şartlarının kabul edildiğini açıklayan Yıldırım'ın verdiği bilgiye göre, mutabakatın İsrail kabinesi ile TBMM tarafından onaylanmasının ardından karşılıklı büyükelçiler atanacağını ve İsrail'in, Mavi Marmara şehitleri için ailelerine toplam 20 milyon dolar tazminat ödeyeceğini söyledi. Gazzelilerinde elektrik ve su ihtiyaçları konusunda gereken her türlü çalışma hızla yapılacağı belirtildi. Mutabakat çerçevesinde Türkiye, Gazze'ye insani yardım dahil sivil amaçlı malzemelerin girişini sağlayacağı ve altyapı yatırımlarını gerçekleştireceği belirtildi. Gazze halkının kullanımı için konutlar inşa ederek 200 yataklı Türkiye-Filistin Dostluk Hastanesinin iç donanımını yapacağını ve en kısa zamanda hizmete alınacağı belirtmişlerdi.

    Gelelim bugünkü olaylara(2021), Kudüs Günü öncelikle  İlk kez 1982 yılında İran İslam Devrimi lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni tarafından Ramazan ayının son cuma günü Filistin'in bağımsız olması isteğine dikkat çekmek ve bu düşünce taraftarlarını desteklemek amacıyla düzenlendi ve Kudüs Günü olarak isimlendirildi. Bu tarihten bu yana her yıl İran, Pakistan, Endonezya, Bahreyn ve Lübnan’da, insanlar büyük bir yürüyüş yapıyorlar. Her yıl İbrani takvimine göre kutlanan Kudüs Günü'nde yüzlerce Yahudi ellerinde bayraklarla Müslümanlar için kutsal olan bu bölgeye yürüyerek sloganlar atıyor ve İsrail marşları söylüyor. Kısaca Yahudiler provokasyon yapmaya çalışıyor denilebilir.

    Cuma günü namaz kılmak üzere Mescid-i Aksa'ya giden on binlerce Filistinli, 10 Mayıs'taki "Kudüs Gününde bazı İsrailli grupların planladığı yürüyüşte Harem-üş Şerif'e girmemesi için üç günlük bir nöbete başladı. Ardından İsrail polisi müdahale etti.100 lerce Filistinli 30 a yakın İsrailli polis bu olayla birlikte yaralandı. Doğu Kudüs Maqassed Hastanesi'ndeki Doktor Firas Ebu Akari'ye göre üç kişi olaylarda bir gözünü kaybetti. Cumartesi günü Gazze Şeridi sınırında da yüzlerce Filistinli protesto gösterisi düzenledi. İsrail ordusu, göstericilerin lastik yaktığını ve İsrail sınırlarına, boş araziye düşen bir roket attığını duyurdu. Bunun üzerine hem Gazze sınırındaki hem de uluslararası hukuka göre Ürdün'ün kontrolündeki Batı Şeria'da güvenlik güçlerini takviye edeceklerini açıkladı. Cuma günü Harem-üş Şerif'te ve Doğu Kudüs'teki Şeyh Cerrah bölgesinde yaşanan olaylarda da en az 205 Filistinli ile 18 İsrailli polisin yaralandığı duyurulmuştu. Cuma günü erken saatlerde başlayan olaylarda Batı Şeria'da bir İsrail askeri bölgesine ateş ettiği duyurulan iki Filistinlinin, İsrail polisinin ateşiyle hayatını kaybetmesi sonrası olaylar büyümüştü. Çarşamba günü de İsrail ordusunun yine Batı Şeria'daki protestoculara açtığı ateşte 16 yaşındaki bir Filistinlinin öldürüldüğü açıklanmıştı.

    İsrail polisi, çarşamba ve perşembe günleri 26 Filistinlinin gözaltına alındığını duyurdu.

     Türkiye'den Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı, İsrail'i kınayan açıklamalar yaptı. Erdoğan, "zalim ve terör devleti" olarak nitelendirdiği İsrail'e karşı tüm dünyanın "harekete geçmesi" gerektiğini söyledi. Pazartesi günü de Filistinli liderler Mahmud Abbas ve Hamas lideri İsmail Haniye ile telefon görüşmeleri yaparak "Türkiye'nin her zaman Filistin davasını destekleyeceğini" söyledi.

Günümüzde Mescid-i Aksa

    Kısaca günümüzde dinimiz için bu kadar önemli olan bir yer gün yüzü görmüyor ne yazık ki. Temennimiz belli Mescid-i Aksa'nın tekrardan bir Müslüman toprağı olması. Bunun için gönüllü Selahaddin Eyyubi ler aranıyor. Bu dönemde bizim için yapılacak en doğru şey ise Hz Ali'nin de dediği gibi Zulme engel olamıyorsanız, onu elinizden geldiği biçimde duyurun.' bakış açısıdır.


24 Temmuz 2013 Çarşamba

AŞK-I PLATONİK - SEZAİ KARAKOÇ

       
Sezai Karakoç
Sezai, 22 Ocak 1933 Diyarbakır Ergani'de doğar ve ilkokul öğrenimini burada tamamlar.Daha sonra sırasıyla Maraş ve Gaziantep'te öğrenimine devam eder.Felsefe okuma arzusu onun yolunu İstanbul'a sürükler.Babası onun İlahiyat bölümünü okumasını ister.Bu bölüm onun hayali olan bir bölüm değildir.Babasının yardımcı olamayacağını anlayan Sezai, parasız bir yatılı üniversite olan Ankara Üniversitesi'ni kazanarak burada okumaya başlar.Bu okula başlaması onu karşılığı olmayan bir aşka sürükleyecektir.Yaşayacaklarından bihaber 1950 tarihinde o dönem Mekteb-i Mülkiye olarak adlandırılan Siyasal Bilgiler Fakültesine yazılır.
Muazzez Akkaya
        Muazzez, 1930 senesinde Geyve'de doğar.Buraya sonradan yerleşmiş bir muhacir kızıdır.Türkiye'nin o dönemlerde nüfusunun az olduğundan dolayı daha iyi bir eğitim alabilme isteğiyle lise okuması için Eskişehir'e, daha sonra da bir arkadaşının vasıtası ile Siyasal Bilgilerin imtihanına girer.Arkadaşının abisi ile başvurdukları sınava seçilir ve üniversite okuması içinde yolu Ankara'ya düşer.Takvim ise yıllardan 1950'yi göstermektedir.
        Okulun başlaması ve taşralı Sezai'nin okulun en şımarık ve aldırmaz kızı olan Muazzez'i görmesi ile birlikte bir aşk fitilini ateşler.Onu okuldaki kızlardan bazıları dönemin artistlerinden Grace Kelly'e benzetmektedirler.Daha 17 yaşında olan Sezai, günlerinin çoğunu onu düşünerek geçirir.Karakter yapısı olarak çok ketum,vakar,çabuk kırılabilen ve içine kapanık biri olduğu için üzüleceğini düşünüp aşkını bir türlü Muazzez'e ifade edemez.Aynı zamanda kendini yakışıklı olmayan biri olarak görür.Açılmak ister ama açılmak ne kelime.Yanına bile yaklaşamaz.Bu içine kapanıklık halleri onun yazıyla tanışmasını sağlar ve aşkını sürekli kaleme döker.Aradan aylar geçtikten sonra artık güvenini toplayan Sezai, Muazzez'e aşkını ifade eder.Lakin aldığı cevap onu aşırı yaralar.Çünkü Muazzez ona kendisinden uzak durmasını ve ondan hoşlanmadığını söyler.Sezai, o günü hiç unutamayacaktır.Aşkından hiçbir zaman vazgeçmeyen Sezai, daha çok ve daha çok yazmaya başlar.Kendini artık böyle ifade edebildiğinden emindir.Dedikleri gibi 'Kavuşursan Meşk olur, Kavuşamazsan Aşk olur.' Sezai'de de aşk olmuştur ve ondaki aşk bir hastalığa çoktan dönüşmüştür.
Ankara Mekteb-i Mülkiye

        Okullar kapanır ve Muazzez, Sezai'nin şiirinde Geyve'nin gülleri diye bahsettiği Geyve'deki yazlıklarında kalmaya başlar.Zaten maddi durumu kötü olan Sezai, onu daha yakından görmek istemesi ve aynı zamanda da parada kazanması amacıyla onun Geyve'deki yazlıklarının yakınındaki bir yazlıkta bahçıvan olarak çalışmaya başlar.Orda çalıştığını 3 aylık tatil döneminde Muazzez'e hiç hissettirmemeyi başarır.Sezai'nin artık hergün işini bitirir bitirmez yaptığı bir görevi daha vardır.Muazzez'i izlemek.Gizemli kahramanımız işte gizemi yarım asır sonra anlaşılacak olan Monna Roza şiirini de o günlerden birinde oluşturur.Şiirde aşk,sevgi,hasret,sitem duygularını birlikte işlemiştir.Muazzez, okumayı hiç sevmez.Elinde hiçbir zaman bir kitap gören olmamıştır.Genellikle matematikle ilgilenmeyi sever.O yüzden yazılan şiirler, yazılar ona hiçbir zaman çekici gelmez.Şiirdeki şu sözler Sezai'nin aşkının ne kadar şiddetli olduğunun aslında bir kanıtıdır.'Bir gün gözlerimin ta içine bak,Anlarsın ölüler niçin yaşarmış!'
Aşağıdan 2.sıra en soldakiler:Sezai Karakoç ve Muazzez Akkaya yanyana

        Okullar tekrar açılır ve Sezai'nin karşılıksız aşkı kaldığı yerden devam eder.Bazı günler Ping-Pong oynayan Muazzez'i izler ve aklından hep keşke şu masayı sevdiği kadar beni de sevebilse düşüncesi geçer ve gene kendini şiirlere döker.Sezai'nin Ping Pong Masası şiiri.Aradan yıllar geçtikten sonra da Ping Pong konusunda Muazzez çeşitli şampiyonluklar alır.Sezai'nin kendisi gibi şiir ruhlu olan sınıf arkadaşı Cemal Süreyya'nın da Muazzez'den hoşlandığını öğrenmesi bu ikilinin arasında mükemmel bir rekabetin başlamasına neden olur.O günden sonra ikili sürekli Muazzez'e şiirler yazmaya başlar.Sezai, yazdığı şiirleri Muazzez'in paltosunun cebine koyar veya kimselerin ortalıklarda olmadığı zamanlarda eline tutuşturup kaçar.Aldığı şiirleri Muazzez, o dönem birkaç samimi olduğu arkadaşa anlatır.Onları da bu şiirlerden kimseye bahsetmemesi konusunda sıkı sıkı tembihler.Özellikle de sık sık yabancı ülkeleri gezindiği Ülker'e tüm bu yaşananları anlatır.Cemal ise daha rahat bir kişiliğe sahiptir.Hiç çekinmeden Muazzez'e yazdığı şiirleri tahtada herkese göstererek ifşa eder.En sonunda Cemal ve Sezai iddiaya girerler.Yaptıkları iddiaya göre Muazzez'in gönlünü çalan kişi soyadından bir harf eksiltecektir.İddiayı Muazzez için yazılan Mona Rosa'yı mezuniyet töreninde okuyan Sezai kazanır.Tüm okul tarafından bu çekingen adamın şiiri alkışlarla karşılanır ve tekrar tekrar okunması istenir.İddiayı kazanan Sezai, Muazzez'i kaybetmiştir.Çünkü bu seferde o Muazzez'i red etmiştir.Sezai için yıllar yılı keşkeler yaşanmış bir andır o an.Bir anlık gururuna yenilmiştir.O günden sonra keşke evet deseydim düşüncesi kafasında olsa bile Muazzez'i bir daha hiç görememiştir.İddiayı kaybeden Cemal soyadından 'y' harfini sildirerek Cemal Süreya olarak anılmaya başlanmıştır.
        Sezai, o günden sonra 'Muazzez'den sonra benim için hiçbir kadın olamaz.' demiştir ve evlenmemiştir.Her erkeğin hiç unutamayacağı bir Monna Roza'sı vardır.Monna Roza 'Tek Gül' anlamına gelmektedir.Monna Roza en mahrem duygularla yazılmış bir akrostiştir.63 yıl önce kaleme alınmış ve 14 kıtadan oluşmaktadır.Gizem dolu şiirdeki kadının kim olduğu şiir yazıldıktan 50 yıl sonra ortaya çıkmıştır.Şiirde bulunan her Kıtanın baş harflerini yanyana getirdiğimiz vakit onun ismi çıkar.'MUAZZEZ AKKAYAM'.En sonundaki 'M' harfi sizin de dikkatinizi hiç çekmedi mi?Bir harf bazen herşeyi anlatır.Kendinin olamayan bir şeye ne kadar güzel bir sahipleniştir o.
Muazzez Akkaya Reklamda
        Yıllar yılı ne Sezai Karakoç konuştu, ne de Muazzez Akkaya.Zaman akıp geçti.Aynı Sezai'nin şiirde bahsettiği gibi:'Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.' Sezai, sadece aşkını dizelere aktarmaya devam etti.Muazzez, Maliye Bakanlığı'ndan üst düzey bir görev yapan ve 2 sene önce kaybettiği Orhan Giray ile evlenir, onunla mutlu bir birlikteliği olur.2 kız 1 erkek olmak üzere 3 tane çocukları olan Muazzez, Hazine Avukatı olarak çalışmış ve emekli olmuştur.Şu anda 83 yaşındadır ve o güzeller güzeli, şiirlere konu olmuş, 2 büyük şairi birbirine düşürmüş olan kadın yıllar sonra bir bankanın reklamında oynamıştır.Reklamda .Yani Sezai'nin yerlere göklere sığdıramadığı o kadın bir buçuk dakikalık bir reklama sığmıştır.
Muazzez Akkaya ve eşi Orhan Giray

         Reklamdan sonra ilk kez konuşan Muazzez:'Bu olay gençliğin verdiği heyecanla yaşanan bir tutku,hatıra.Sezai Karakoç,çok büyük bir şair.Bu aşk tarihe mal olmuş bir aşk ve hep öyle kalacak.O döneme ait bir çok fotoğrafı imha ettim.Bazen keşke saklasaydım diyorum.Kendisiyle hiçbir zaman görüşmedim.Sadece bir arkadaş vasıtasıyla haberlerini aldım.Sezai'nin okul yıllarında bana olan ilgisini biliyordum ve bana bu şiiri yazdığını da biliyordum.Ama ben aynı yakınlığı Sezai'ye karşı duymadım.Belki bir yerlerde karşılaşırsak ona bir 'Merhaba!' derim.Onun da başka bir şeye saplanmasını arzu ederdim.'demiştir.Sezai Karakoç ve Muazzez Giray şu an hala hayattadırlar.Kim bilir belki ölmeden önce bir kez karşılaşırlar.
Sezai Karakoç'un yakın dönemdeki halinden

        İkinci Yeni şiirin kurucularından olan Sezai'nin yazdığı Monna Roza şiiri eleştirmenlere göre Türkçe yazılmış en iyi aşk şiirlerindendir.Sezai'nin 70'e yakın eseri vardır.Kültür Bakanlığı ona geçtiğimiz zamanlarda bir ödül vermiştir.Lakin o ödülü almaya gitmediği bilinmektedir.
         İnsan Muazzez hanımın konuşmalarını, duyarsız yaklaşımını görünce keşke hiç konuşmasaymış.Keşke hep bizim gizemli Monna Roza'mız olarak eskimiş bir saman kağıdının sayfalarına hapsolsaymış demekten kendini alamıyor.

Monna Rosa, siyah güller, ak güller; 
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak. 
Kanadı kırık kuş merhamet ister; 
Ah, senin yüzünden kana batacak, 
Monna Rosa, siyah güller, ak güller! 
 
Ulur aya karşı kirli çakallar, 
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa. 
Monna Rosa, bugün bende bir hal var, 
Yağmur iğri iğri düşer toprağa, 
Ulur aya karşı kirli çakallar. 
 
Açma pencereni, perdeleri çek: 
Monna Rosa, seni görmemeliyim. 
Bir bakışın ölmem için yetecek; 
Anla Monna Rosa, ben oteliyim... 
Açma pencereni, perdeleri çek. 
 
Zeytin ağacının karanlığıdır 
Elindeki elma ile başlayan... 
Bir yakut yüzükte aydınlanan sır, 
Sıcak ve minnacık yüzündeki kan, 
Zeytin ağacının karanlığıdır. 
 
Zambaklar en ıssız yerlerde açar, 
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. 
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, 
Işıksız ruhumu sallar da durur, 
Zambaklar en ıssız yerlerde açar. 
 
Ellerin, ellerin ve parmakların 
Bir nar çiçeğini eziyor gibi... 
Ellerinden belli olur bir kadın. 
Denizin dibinde geziyor gibi 
Ellerin, ellerin ve parmakların. 
 
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna; 
Saat on ikidir, söndü lambalar. 
Uyu da turnalar gelsin rüyana, 
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar; 
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna. 
 
Akşamları gelir incir kuşları, 
Konarlar bahçemin incirlerine; 
Kiminin rengi ak, kiminin sarı. 
Ah, beni vursalar bir kuş yerine! 
Akşamları gelir incir kuşları... 
 
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni 
İncir kuşlannın bakışlarında. 
Hayatla doldurur bu boş yelkeni 
O masum bakışlar... Su kenarında 
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni. 
 
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa: 
Henüz dinlemedin benden türküler. 
Benim aşkım uymaz öyle her saza, 
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler... 
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. 
 
Artık inan bana muhacir kızı, 
Dinle ve kabul et itirafımı. 
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı 
Alev alev sardı her tarafımı, 
Artık inan bana muhacir kızı. 
 
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak, 
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. 
Bir gün gözlerimin ta içine bak: 
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış, 
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak. 
 
Altın bilezikler, o korkulu ten, 
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne; 
Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen, 
Bir tüy ki, kapalı geceye, güne; 
Altın bilezikler, o korkulu ten! 
 
Monna Rosa, siyah güller, ak güller, 
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak. 
Kanadı kırık kuş merhamet ister; 
Ah, senin yüzünden kana batacak, 
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!