24 Temmuz 2013 Çarşamba

AŞK-I PLATONİK - SEZAİ KARAKOÇ

       
Sezai Karakoç
Sezai, 22 Ocak 1933 Diyarbakır Ergani'de doğar ve ilkokul öğrenimini burada tamamlar.Daha sonra sırasıyla Maraş ve Gaziantep'te öğrenimine devam eder.Felsefe okuma arzusu onun yolunu İstanbul'a sürükler.Babası onun İlahiyat bölümünü okumasını ister.Bu bölüm onun hayali olan bir bölüm değildir.Babasının yardımcı olamayacağını anlayan Sezai, parasız bir yatılı üniversite olan Ankara Üniversitesi'ni kazanarak burada okumaya başlar.Bu okula başlaması onu karşılığı olmayan bir aşka sürükleyecektir.Yaşayacaklarından bihaber 1950 tarihinde o dönem Mekteb-i Mülkiye olarak adlandırılan Siyasal Bilgiler Fakültesine yazılır.
Muazzez Akkaya
        Muazzez, 1930 senesinde Geyve'de doğar.Buraya sonradan yerleşmiş bir muhacir kızıdır.Türkiye'nin o dönemlerde nüfusunun az olduğundan dolayı daha iyi bir eğitim alabilme isteğiyle lise okuması için Eskişehir'e, daha sonra da bir arkadaşının vasıtası ile Siyasal Bilgilerin imtihanına girer.Arkadaşının abisi ile başvurdukları sınava seçilir ve üniversite okuması içinde yolu Ankara'ya düşer.Takvim ise yıllardan 1950'yi göstermektedir.
        Okulun başlaması ve taşralı Sezai'nin okulun en şımarık ve aldırmaz kızı olan Muazzez'i görmesi ile birlikte bir aşk fitilini ateşler.Onu okuldaki kızlardan bazıları dönemin artistlerinden Grace Kelly'e benzetmektedirler.Daha 17 yaşında olan Sezai, günlerinin çoğunu onu düşünerek geçirir.Karakter yapısı olarak çok ketum,vakar,çabuk kırılabilen ve içine kapanık biri olduğu için üzüleceğini düşünüp aşkını bir türlü Muazzez'e ifade edemez.Aynı zamanda kendini yakışıklı olmayan biri olarak görür.Açılmak ister ama açılmak ne kelime.Yanına bile yaklaşamaz.Bu içine kapanıklık halleri onun yazıyla tanışmasını sağlar ve aşkını sürekli kaleme döker.Aradan aylar geçtikten sonra artık güvenini toplayan Sezai, Muazzez'e aşkını ifade eder.Lakin aldığı cevap onu aşırı yaralar.Çünkü Muazzez ona kendisinden uzak durmasını ve ondan hoşlanmadığını söyler.Sezai, o günü hiç unutamayacaktır.Aşkından hiçbir zaman vazgeçmeyen Sezai, daha çok ve daha çok yazmaya başlar.Kendini artık böyle ifade edebildiğinden emindir.Dedikleri gibi 'Kavuşursan Meşk olur, Kavuşamazsan Aşk olur.' Sezai'de de aşk olmuştur ve ondaki aşk bir hastalığa çoktan dönüşmüştür.
Ankara Mekteb-i Mülkiye

        Okullar kapanır ve Muazzez, Sezai'nin şiirinde Geyve'nin gülleri diye bahsettiği Geyve'deki yazlıklarında kalmaya başlar.Zaten maddi durumu kötü olan Sezai, onu daha yakından görmek istemesi ve aynı zamanda da parada kazanması amacıyla onun Geyve'deki yazlıklarının yakınındaki bir yazlıkta bahçıvan olarak çalışmaya başlar.Orda çalıştığını 3 aylık tatil döneminde Muazzez'e hiç hissettirmemeyi başarır.Sezai'nin artık hergün işini bitirir bitirmez yaptığı bir görevi daha vardır.Muazzez'i izlemek.Gizemli kahramanımız işte gizemi yarım asır sonra anlaşılacak olan Monna Roza şiirini de o günlerden birinde oluşturur.Şiirde aşk,sevgi,hasret,sitem duygularını birlikte işlemiştir.Muazzez, okumayı hiç sevmez.Elinde hiçbir zaman bir kitap gören olmamıştır.Genellikle matematikle ilgilenmeyi sever.O yüzden yazılan şiirler, yazılar ona hiçbir zaman çekici gelmez.Şiirdeki şu sözler Sezai'nin aşkının ne kadar şiddetli olduğunun aslında bir kanıtıdır.'Bir gün gözlerimin ta içine bak,Anlarsın ölüler niçin yaşarmış!'
Aşağıdan 2.sıra en soldakiler:Sezai Karakoç ve Muazzez Akkaya yanyana

        Okullar tekrar açılır ve Sezai'nin karşılıksız aşkı kaldığı yerden devam eder.Bazı günler Ping-Pong oynayan Muazzez'i izler ve aklından hep keşke şu masayı sevdiği kadar beni de sevebilse düşüncesi geçer ve gene kendini şiirlere döker.Sezai'nin Ping Pong Masası şiiri.Aradan yıllar geçtikten sonra da Ping Pong konusunda Muazzez çeşitli şampiyonluklar alır.Sezai'nin kendisi gibi şiir ruhlu olan sınıf arkadaşı Cemal Süreyya'nın da Muazzez'den hoşlandığını öğrenmesi bu ikilinin arasında mükemmel bir rekabetin başlamasına neden olur.O günden sonra ikili sürekli Muazzez'e şiirler yazmaya başlar.Sezai, yazdığı şiirleri Muazzez'in paltosunun cebine koyar veya kimselerin ortalıklarda olmadığı zamanlarda eline tutuşturup kaçar.Aldığı şiirleri Muazzez, o dönem birkaç samimi olduğu arkadaşa anlatır.Onları da bu şiirlerden kimseye bahsetmemesi konusunda sıkı sıkı tembihler.Özellikle de sık sık yabancı ülkeleri gezindiği Ülker'e tüm bu yaşananları anlatır.Cemal ise daha rahat bir kişiliğe sahiptir.Hiç çekinmeden Muazzez'e yazdığı şiirleri tahtada herkese göstererek ifşa eder.En sonunda Cemal ve Sezai iddiaya girerler.Yaptıkları iddiaya göre Muazzez'in gönlünü çalan kişi soyadından bir harf eksiltecektir.İddiayı Muazzez için yazılan Mona Rosa'yı mezuniyet töreninde okuyan Sezai kazanır.Tüm okul tarafından bu çekingen adamın şiiri alkışlarla karşılanır ve tekrar tekrar okunması istenir.İddiayı kazanan Sezai, Muazzez'i kaybetmiştir.Çünkü bu seferde o Muazzez'i red etmiştir.Sezai için yıllar yılı keşkeler yaşanmış bir andır o an.Bir anlık gururuna yenilmiştir.O günden sonra keşke evet deseydim düşüncesi kafasında olsa bile Muazzez'i bir daha hiç görememiştir.İddiayı kaybeden Cemal soyadından 'y' harfini sildirerek Cemal Süreya olarak anılmaya başlanmıştır.
        Sezai, o günden sonra 'Muazzez'den sonra benim için hiçbir kadın olamaz.' demiştir ve evlenmemiştir.Her erkeğin hiç unutamayacağı bir Monna Roza'sı vardır.Monna Roza 'Tek Gül' anlamına gelmektedir.Monna Roza en mahrem duygularla yazılmış bir akrostiştir.63 yıl önce kaleme alınmış ve 14 kıtadan oluşmaktadır.Gizem dolu şiirdeki kadının kim olduğu şiir yazıldıktan 50 yıl sonra ortaya çıkmıştır.Şiirde bulunan her Kıtanın baş harflerini yanyana getirdiğimiz vakit onun ismi çıkar.'MUAZZEZ AKKAYAM'.En sonundaki 'M' harfi sizin de dikkatinizi hiç çekmedi mi?Bir harf bazen herşeyi anlatır.Kendinin olamayan bir şeye ne kadar güzel bir sahipleniştir o.
Muazzez Akkaya Reklamda
        Yıllar yılı ne Sezai Karakoç konuştu, ne de Muazzez Akkaya.Zaman akıp geçti.Aynı Sezai'nin şiirde bahsettiği gibi:'Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.' Sezai, sadece aşkını dizelere aktarmaya devam etti.Muazzez, Maliye Bakanlığı'ndan üst düzey bir görev yapan ve 2 sene önce kaybettiği Orhan Giray ile evlenir, onunla mutlu bir birlikteliği olur.2 kız 1 erkek olmak üzere 3 tane çocukları olan Muazzez, Hazine Avukatı olarak çalışmış ve emekli olmuştur.Şu anda 83 yaşındadır ve o güzeller güzeli, şiirlere konu olmuş, 2 büyük şairi birbirine düşürmüş olan kadın yıllar sonra bir bankanın reklamında oynamıştır.Reklamda .Yani Sezai'nin yerlere göklere sığdıramadığı o kadın bir buçuk dakikalık bir reklama sığmıştır.
Muazzez Akkaya ve eşi Orhan Giray

         Reklamdan sonra ilk kez konuşan Muazzez:'Bu olay gençliğin verdiği heyecanla yaşanan bir tutku,hatıra.Sezai Karakoç,çok büyük bir şair.Bu aşk tarihe mal olmuş bir aşk ve hep öyle kalacak.O döneme ait bir çok fotoğrafı imha ettim.Bazen keşke saklasaydım diyorum.Kendisiyle hiçbir zaman görüşmedim.Sadece bir arkadaş vasıtasıyla haberlerini aldım.Sezai'nin okul yıllarında bana olan ilgisini biliyordum ve bana bu şiiri yazdığını da biliyordum.Ama ben aynı yakınlığı Sezai'ye karşı duymadım.Belki bir yerlerde karşılaşırsak ona bir 'Merhaba!' derim.Onun da başka bir şeye saplanmasını arzu ederdim.'demiştir.Sezai Karakoç ve Muazzez Giray şu an hala hayattadırlar.Kim bilir belki ölmeden önce bir kez karşılaşırlar.
Sezai Karakoç'un yakın dönemdeki halinden

        İkinci Yeni şiirin kurucularından olan Sezai'nin yazdığı Monna Roza şiiri eleştirmenlere göre Türkçe yazılmış en iyi aşk şiirlerindendir.Sezai'nin 70'e yakın eseri vardır.Kültür Bakanlığı ona geçtiğimiz zamanlarda bir ödül vermiştir.Lakin o ödülü almaya gitmediği bilinmektedir.
         İnsan Muazzez hanımın konuşmalarını, duyarsız yaklaşımını görünce keşke hiç konuşmasaymış.Keşke hep bizim gizemli Monna Roza'mız olarak eskimiş bir saman kağıdının sayfalarına hapsolsaymış demekten kendini alamıyor.

Monna Rosa, siyah güller, ak güller; 
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak. 
Kanadı kırık kuş merhamet ister; 
Ah, senin yüzünden kana batacak, 
Monna Rosa, siyah güller, ak güller! 
 
Ulur aya karşı kirli çakallar, 
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa. 
Monna Rosa, bugün bende bir hal var, 
Yağmur iğri iğri düşer toprağa, 
Ulur aya karşı kirli çakallar. 
 
Açma pencereni, perdeleri çek: 
Monna Rosa, seni görmemeliyim. 
Bir bakışın ölmem için yetecek; 
Anla Monna Rosa, ben oteliyim... 
Açma pencereni, perdeleri çek. 
 
Zeytin ağacının karanlığıdır 
Elindeki elma ile başlayan... 
Bir yakut yüzükte aydınlanan sır, 
Sıcak ve minnacık yüzündeki kan, 
Zeytin ağacının karanlığıdır. 
 
Zambaklar en ıssız yerlerde açar, 
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. 
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, 
Işıksız ruhumu sallar da durur, 
Zambaklar en ıssız yerlerde açar. 
 
Ellerin, ellerin ve parmakların 
Bir nar çiçeğini eziyor gibi... 
Ellerinden belli olur bir kadın. 
Denizin dibinde geziyor gibi 
Ellerin, ellerin ve parmakların. 
 
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna; 
Saat on ikidir, söndü lambalar. 
Uyu da turnalar gelsin rüyana, 
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar; 
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna. 
 
Akşamları gelir incir kuşları, 
Konarlar bahçemin incirlerine; 
Kiminin rengi ak, kiminin sarı. 
Ah, beni vursalar bir kuş yerine! 
Akşamları gelir incir kuşları... 
 
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni 
İncir kuşlannın bakışlarında. 
Hayatla doldurur bu boş yelkeni 
O masum bakışlar... Su kenarında 
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni. 
 
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa: 
Henüz dinlemedin benden türküler. 
Benim aşkım uymaz öyle her saza, 
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler... 
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. 
 
Artık inan bana muhacir kızı, 
Dinle ve kabul et itirafımı. 
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı 
Alev alev sardı her tarafımı, 
Artık inan bana muhacir kızı. 
 
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak, 
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. 
Bir gün gözlerimin ta içine bak: 
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış, 
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak. 
 
Altın bilezikler, o korkulu ten, 
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne; 
Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen, 
Bir tüy ki, kapalı geceye, güne; 
Altın bilezikler, o korkulu ten! 
 
Monna Rosa, siyah güller, ak güller, 
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak. 
Kanadı kırık kuş merhamet ister; 
Ah, senin yüzünden kana batacak, 
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

                                                                                    

22 Temmuz 2013 Pazartesi

ERKEN AYRILAN ADAM - STIEG LARSSON

       
Polisiye kitap okumayı seviyorsanız son dönemde bu işi çok başarılı yapabilen yazarların azlığı sizinde dikkatinizi çekiyordur.Özellikle Türk yazarlardan bu konu ile ilgili çok başarılı insanların sayısı bir elin parmağını geçmez.Bu işte başarılılara örnek hiç düşünmeden Sevil Atasoy, Osman Aysu, Ahmet Ümit, Pınar Kür verilebilir.Dünyada ise bu işi çok başarılı bir şekilde yapan kişiler Harlan Coben, Tess Gerritsen, J.C.Grange, Sherlock Holmes'in yaratıcısı A.C.Doyle, Dan Brown örnek verilebilir.Size bu işi çok kısa bir dönem yapmış olmasına rağmen adını tüm dünyaya duyuran ve kısa edebiyat hayatına birçok ilkler katan İsveçli bir yazardan bahsedeceğim.Kazandığı ünü yaşayamayan birinden.Stieg Larsson'dan.
Stieg Larsson

        Araştırmalarımı yapmaya öncelikle onun arkadaşları ve yakın dostlarından başladım.Bunlardan birkaçı Anna-Lena Lodenius, Mikael Ekman, Cecillia Englund, Mary Blomquist.
       Tam adı Karl Stig-Erland Larsson'dur.15 Ağustos 1954 İsveç Skelleftehamn'da doğmuştur.Aşırı sağcı ve ırkçılığa karşı bir ailenin yanında büyüdüğü için o da onlar gibi bir düşünce yapısına sahip olmuştur.Küçüklük günleri çok haraketli geçen Stieg, arkadaşları tarafından çok sevilen bir çocuk olmuştur.Arkadaşları ile birlikte birgün Umea'nın ormanlık alanında günün geç saatlerinde gezinirken olgun bir adamın kendi yaşıtlarından olan bir kıza tecavüz etmesini hiçbir zaman unutamayacaktır ve bu olay yazdıklarının alt yapısını oluşturacaktır.Yazdıklarında kadın hakları,demokrasi ve insanlık konularının yatmasının temelinde bu olay vardır.Aynı zamanda tüm ülkeler arasında en fazla tecavüz olaylarının yaşandığı ülkenin İsveç olduğu bilinmektedir.Yılda her 100 bin İsveçliden 46'sı cinsel saldırı ve tecavüz suçu ile ilgili polise gitmektedir.
        Stieg, 1982'de antifaşist bir dergi olan Seachlight'da çalıştı.Hill-stiflgen adından bir vakıf kurulmasında ön planda yer aldı.Sonradan bu vakıf Expo olarak değiştirildi.Expo'da sonraki dönemlerde editörlükte yapmıştır.
        1977 ve 1999 yılları arasında grafik tasarımcısı olarak çalıştı.Bu dönemde aynı zamanda fotoğrafçılıkla da ilgilenmiştir.Tratskism Sosyalist Partisi'nde aktif olarak yer aldı ve sonradan partiden ayrıldı.
        Anna-Lena Lodenius ile birlikte aşırı sağ, Mikael Ekman ile birlikte ise İsveçli Demokratlar-Ulusal harekat adlı kitaplar yazmıştır.Bu olayla birlikte İsveçli Demokrat yazarların arasına adını yazdırdı.
         Ölmeden önce tamamlanan 3 tane polisiye romanı vardır.Bunlar Milenyum Serisi olarak adlandırılır.Bunlardan ilki olan Ejderha Dövmeli Kız Ağustos 2005'te, ikincisi olan Ateşle Oynayan Kız Haziran 2006'da ve sonuncusu Arı Kovanına Çomak Sokan Kız Mayıs 2007'de ilk olarak piyasaya çıkmıştır.Bu kitaptaki baş karakter Lisbeth Salander'i yazarken yeğeninden etkilenerek oluşturduğu bilinmektedir.2011'in Kasım ayına gelindiğinde bu seri 65 milyondan fazla satarak İsveç'te gelmiş geçmiş en çok satan olmuştur.Aynı zamanda 2008'de Dünyada Khaled Hosseini'den sonra en fazla satan 2. yazar olmuştur.

         Öldüğü dönem serinin 4.kitabını da büyük ölçüde yazmıştır.Kitabını çıkaracağına tam karar verememiştir.Ölümünden hemen önce 'Emeklilik' adındaki bir röportajında bunu belirtmiştir.
        Her ölüm erkendir bu doğru.İşte onun ölümü de buna bir örnektir.Meşhurluğu, parayı yaşayamadan ölmüştür.9 Kasım 2004'de kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir.Bu ölüm birçok karışıklığı da beraberinde getirmiştir.Bunun nedeni herhangi bir vasiyetinin olmamış olmasıdır.Eva Gabrielsson ile birlikte yaşayan Stieg, yaşadığı dönemde finansal varlığını, mirasını, edebi metinlerini ona bırakmak istemiş ama tüm kazancı babası ve kardeşine bırakılmıştır.Eva'ya yalnızca serinin 320 sayfa yazıp bıraktığı 4.kitabı ve Stieg'in bilgisayarı kalmıştır.Bu kitabın ismi de 'Tanrı'nın İntikamı'dır.
Eva Gabrielsson ile birlikte

         Milenyum serisini ilk önce Piratförlaget adlı şirket almış ama daha sonra Norstedts Förlag bunu 2004'de yayınlamaya karar vermiştir.Bu kitabın hakları şuan da Moggliden AB adlı şirkete aittir.Bu şirket Stieg Larsson'u yaşatmayı kendisine miras olarak gördüğünü belirtmiştir.
         Ölümünden sonra çeşitli yazarlar ve eleştirmenler onla ilgili yazılar yazmış, çocukluk ve aile ilişkilerinin bozuk olduğunu belirtmiştir.Bu yazıların böyle bir hayatın sonucu ortaya çıktığı belirtmişlerdir.9 ile 21 yaşları arasında yaşadığı Umea şehri tarafından ona Onursal vatandaşlık verilmiştir.Bu ödül kardeşi Joakim ve babası Earland tarafından kabul edilmiştir.Ölümünden sonra birçok ülke tarafından onun adına ödüller verilmiştir.
Ejderha Dövmeli Kız - Lisbeth Salander karakteri
         Serinin filmi ilk önce Michael Nyqvist ve Noomi Rapace'nin başrollerini paylaştığı İsveç yapımı, daha sonra da Dünya'nın sayılı yönetmenlerinden Fight Club'ın da yönetmeni olan David Fincher tarafından, Daniel Craig ve Rooney Mara'nın da başrollerinde oynadığı Amerikan yapımı olarak çekilmiştir.Rooney Mara bu filmde, Lisbeth Salander karakteriyle en iyi kadın oyuncu Oscar'ını kazanmıştır.

11 Temmuz 2013 Perşembe

YALNIZLIĞIN ADI - FUZULİ

       
Mehmet Bin Süleyman'ı anlatacağım size.Bu ismi duyan birçok kişinin 'Kimdir bu kişi,nedir,necidir?' dediğini duyar gibiyim.Onlara tek bir cevabım var: 'İçimizden gelen biri,sizin de tanıdığınız biri.'.Bu kişi Oğuzların varlıklı,zengin anlamına gelen Bayat boyuna mensup,Yedi Ulu Ozandan birisi olan,Türk şiirini yazdıklarıyla önemli bir şekilde etkileyen ve Türk Divan şiirinin en önde gelen isimlerindendir. Hz Hüseyin ve yoldaşlarının şehit edildiği ve daha sonrada bu olayı yazacağı Kerbela'da yaşamış bu kişi Fuzuli'den başkası değildir.Fuzuli,Fazilet yani erdem kelimesinin kökü olan 'Fuzul' kelimesinden türeyen fazilet sahibi anlamına gelmektedir.Bu onun mahlasıdır.
         Ailesi göçebe bir yaşamı arkasında bırakmış ve günümüzde Irak topraklarında olan Kerbela'ya yerleşmişlerdir.Hayatı yoksulluk,bahtsızlık ve ilgisizlikle geçmiştir.Kendini geliştirme gayesi Fuzuli'nin hayatında her zaman önemli bir yer tutmuştur.İyi bir eğitim alabilmek için El Hilla şehrinde müftü olan babasından ve daha sonra da Rahmetullah adında bir hocadan eğitim görmüştür.Daha sonraki yaşamında İslami Bilimler ve Dil alanında iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır.Su kasidesinde yazdığı 'Ab-gundur günbed-i dewar rengi bilmezem','Ya muhit olmuş gözümden günbed-i deware su' diyerek astronomiye olan bilgisinin de iyi olduğunu da ortaya koymuştur.Prof.İskendar Pala'ya göre Fuzuli Din,Tıp,Tarih ve Astronomi konularında çok ileride bir kişidir.Bu onun bilimsel gayretini ön plana çıkarmaktadır.Yalnızlık duygusu sanatının ilham kaynağı olmuştur.
         16.yy'ın öncü ve kurucu şairlerinden olan Fuzuli, Azerice,Arapça ve Farsça divan şiirleri yazmıştır.O dönemde kullanılan dile göre daha sadece,anlaşılır bir dil seçmiş.Aynı zamanda halk deyişlerinden de yararlanmıştır.Prof.İlber Ortaylı'ya göre Fuzuli, Irak topraklarında Türk dilini yaşamasının nedenlerinden birisidir.Azeri toprakları Fuzuli'yi ilk başlarda benimsememişlerdir, daha sonraki dönemlerde kabullenmek zorunda kalmışlardır.Nedeni yazdığı dil ile çok geniş kitlelere ulaşmış olmasıdır.
        Şiirlerine konu olarak genellikle tasavvufi bir aşk, Ehli Beyte duyulan özlem ve ayrılık acısını yansıtmıştır.Yazdıklarında Allah'a kavuşma isteği kuvvetli olmuştur.Divan edebiyatında ilahi aşkı en çok işleyen şairdir.'Ya Rab Belayı Aşk ile kıl aşina beni,Bir Dem Belayı Aşktan etme cüda beni..' Derdi ve ıstırabı seven kişiliğe sahiptir.Bunu 'Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib Kılma derman kim helakım zehri dermanımdadır.'sözünden anlayabiliriz.Su Kasidesinde ise Peygamber aşkını kendine ait hoş üslubu ile kaleme dökmüştür.Duygu ve düşüncelerini çok içten,lirik ve yalın bir şekilde yansıtmasından dolayı Yunus Emre'nin izinden giden bir tarafı vardır.Geniş halk kitlelerine ulaşma nedenlerinden birsi de budur.
        Sıhhat u Maraz adında Tıp bilimleri ile ilgili kitabı vardır.Bu onun Tıp bilimine duyduğu merakı çok açık göstermektedir.
        1535 senesinde yazdığı Leyla ile Mecnun adlı manzum eserinde Arap efsanesine dayanan klasik bir aşk hikayesini kaleme almıştır.Bu hikaye mesnevi ve Türk diline yenilik getirmiştir.Bu mesneviyi Fuzuli bir istek üzerine yazmıştır.Kanuni'nin Bağdat'ı ele geçirmesinden sonra buradaki bilim ve sanat insanları Fuzuli'den bu türde bir eser yazmalarını istemişlerdir.Fuzuli eserine Bağdat valisi Süleyman Paşa'ya sunmuştur.'Bende Mecnun'dan füzun aşıklık isti'dadı var,aşık-ı sadık benem,Mecnun'un ancak adı var..!' Eleştirmen Doğan Hızlan'a göre bu eser kavuşamayan aşkı anlatan bir sembol haline gelmiştir.Bütün ulaşılamayanlar Leyla,bütün kalbi kırıklar Mecnun olmuştur.Bu eser Batıdaki Romeo ve Juliet gibi bir efsanedir.Tüm aşıkların atası,tüm aşk acısı çekenlerin ruh akrabası olmuştur.Filmlere,dizilere ve romanlara konu olmuştur.Prof Tevfik İsmailov'a göre bu eser dünyada aynı zamanda bir ilkede sahiptir.Bu ilk operasının 92 sene sahneden inmemiş olmasıdır.
        Fuzuli'nin şiiri politika ile birleştirme özelliği vardır.Ahmet Hamdi onunla ilgili 'Bireyselliği ile bir yerlere gelen ender şairlerdendir.'demiştir.Siyasi ve politik konularda korkusuz bir karaktere sahiptir.Estetik bütünlüğü olan ve yaşamın içindeki özgürlüğü dile getiren bir şairdir.En büyük hayallerinden biri İstanbul'a gelmektir.Bu konu ile ilgili Yahya Kemal'Kanuni en büyük hatasını Fuzuli'yi İstanbul'a getirmeyerek yaptı.'der.
        İran şiirinden Hafız,Türk şiirinden Nesimi ve Nevai'nin yolundan gitmiş ve kendisinden sonra gelen Divan şairlerini de etkilemiştir.
        1556 senesine geldiğimizde dönemin yaygın hastalıklarından biri olan veba veya koleradan öldüğü tahmin edilmektedir.İstanbul'a gitme düşü gerçekleşmeyen şairler şairi için Kerbela, son durak olmuştur.Mezarı da onun çileli yazgısından payına düşeni alacaktı.Yalnızlığı ölümünden sonra da peşini bırakmayacaktı.Kerbela'da olan türbesi yıllar yılı bakımsız kalmıştır.Irak ile Türkiye'nin anlaşması sonucu daha güzel bir türbe yapılması karara bağlanmış.Türbe yapılmadığı gibi bakımsız olan türbede yıkılmıştır.İçerideki kemikleri bir torbaya doldurularak uzun yıllar duvara asmışlardır.
        Fuzuli'nin Su Kasidesi'nde bir vasiyeti vardı.Bu vasiyet ise 'Hz Muhammed'in kabrine, kendi mezarından alınacak toprakla yapılmış bir testiyle su dökülmesi' idi.Sivas'ın Şarkışla ilçesindeki Şarkışla Lisesi öğrencileri onun bu vasiyetini 450 yıl sonra gerçekleştirdi.