Ana içeriğe atla

Alex Schulman - Malma İstasyonu İncelemem

Alex Schulman şu an günümüz İsveç Edebiyatının en önemli 5 isminden birisi. Sadece yazar değil, gazeteci, blog yazarı ve televizyon ve radyo programcısı da aynı zamanda. Hatta kendi ülkesinde podcast dünyasında en tanınan isim.

Babası TV yapımcısı ve gazeteci, annesi ise TV sunucusudur. Kariyerine film eleştirmeni olarak giriş yapmıştır. Daha sonra çevirmenlik ve köşe yazarlığı da yapmıştır. İsveç'in en önemli mizah sitesinin sahibidir. Podcastleri, İsveç Podcast Radyo Ödülleri En İyi Orijinal Kanal ve En İyi İsveç Kanalı ödüllerini kazanmıştır.

4 otobiyografik kitap yazmış ve hepsi de İsveç'te çok satanlar arasına girmiştir. 2020'de yayınlanan ilk romanı Hayatta Kalanlar ile Schulman, uluslararası ilk büyük çıkışını yapmıştır. Yayın hakları otuz üç ülkeye satılan ve dünya çapında büyük beğeni toplayan Hayatta Kalanlar, Alex Schulman'ı küresel sahnede dikkate alınması gereken bir edebi güç olarak konumlandırmıştır. Şu an incelemesini yaptığım kitabı ise şimdilik son kitabı olarak geçmektedir.

Malma İstasyonu incelemesine başlayayım o halde: Kitap, bir tren istasyonu çevresinde dolanan üç kuşağın hikâyesini anlatır. Yazar, hem bir aile trajedisi, hem de kuşaklar arası travmaya işaret ederek kitabını muhteşem bir şekilde kurgulamıştır.

3 kuşak, 3 zaman şeklinde karışık geçişli olarak kitapta sıralanmıştır:

• Harriet: 1970’lerde küçük bir kız çocuğudur. Anne ve babasının ayrılığıyla parçalanan bir evde, “istenmeyen çocuk” olmanın ağırlığını taşır.

• Oskar: 2000’lerin başında Harriet’ın eşi, kızları Yana’nın babasıdır. Sevginin sorumlulukla sınandığı bir dönemde, sessiz bir çöküşün içindedir.

• Yana: Günümüzde, ailesinin geçmişinde gizli kalmış sırları ararken hem annesini hem kendini anlamaya çalışan bir genç kadındır.

Kitabın adı da olan Malma İstasyonu işte her birinin yaptığı yolculuğu metaforik olarak bizlere anlatır. Aslında yolculuklar aynı zamanda fizikseldir, ancak metafor dememin nedeni bu yolculukların bir kaçış aracı olarak yazar tarafından kullanılma arzusunda yatmaktadır. Ancak her tren hareketi, geçmişten kopmak için bir girişim olsa da kimse kendisinden ve geçmişinden asla neticede kaçamaz.

Kitaptaki bana en çok belirtilen kısım geçişlerindeki zorluktu, yer yer anlamakta zorluk yaşadığım oldu, kabul edececeğim, hatta karakter şeması da oluşturdum. Zaman geçişleri Yana, Oscar ve Harriet arasında dönüşümlü olarak devam eder ve okur anlamakta zorluk çeker. Travmalar bu geçişlerde bizi derinden yaralar. Her kuşak, bir öncekinden miras kalan yarayı taşır; yalnızca yaranın biçimi değişir.

Psikolojide çok kullanılan bir kavram olan "intergenerational trauma” (kuşaklar arası travma aktarımı) kitabın ana kavramıdır. Harriet’ın çocukken yaşadığı terk edilme duygusu, Oskar’la olan evliliğinde tekrar eder; kendi çocuğu Yana’yı da benzer bir yalnızlığa sürükler.

Kitabın en önemli kısımlarından bir tanesi de bence babaların sessizliğiydi. Babaların sessizliği kitabın bana kalırsa genel duygusal altyapısını oluşturuyordu. Babalar konusu ile ilgili olarak geç kalmış sevgi, romanın kalbindeki en sarsıcı paradokstur: Bazı sevgiler zamanında söylenmediğinde travmaya dönüşür.


Ablası ile yaşadığı kavga sonucu Harriet'in ablası Amelie'nin meme ucunu koparması ve babasının unutturmak için Harriet'e tavşan alması ama tavşanın da ölmesi kısımları kitabın duygu yoğunluğu en fazla bana kalırsa kısmıydı. Devamında da Harriet'e babasının romanın tüm anlamının üzerine inşa olduğu o cümleyi söylediği sahne zaten gelir: "Yalnız değilsin.(You Are Not Alone.". Harriet o günden sonra bu cümleyi hayatının sığınağı haline getirir.

Romanın sonundaki o buluş Yana ve “You Are Not Alone” ifadesinin yankısı Schulman’ın dilindeki hümanist titreşimin de zirvesidir. Yazar, roman boyunca yalnızlığı anlatır, ama yalnız olmadığımızı fısıldayarak da bitirir. Bu, hem bir dua hem bir yazarın okuruna bıraktığı sessiz ama güçlü bir umuttur.

Çevirmen Zeynep Tamer'e de teşekkür etmek istiyorum. Gayet güzel bir çeviriye imza atmış. Kitabın ülkemizdeki başarısının sessiz bir mimarı olmuş.

Kitabın en büyük amacı bence bir şeyleri insanların yüzüne vurmak olabilir, bir yere kadar getirip rahatlatmaktan ziyade huzursuzluk ve çöküntü bırakarak hatırlatmak, rahatsız etmek için yazılmış olabilir. Nefesiniz sık sık sıkışır. Okur, Harriet’ın yalnızlığını, Oskar’ın çaresizliğini, Yana’nın arayışını kendi kalp ritminde hisseder. Psikolojik derinliği yoğun kitaplar arasında bu kitap zirveye oynayabilir. Bu roman, sadece bir aile hikâyesi değil; kırılmış bir sevgi zincirinin onarılma çabasıdır.

Kitaba puanım 10.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ahmet Ümit - Yırtıcı Kuşlar Zamanı İncelemem

Ahmet Ümit'i artık herkes çok iyi tanıyor, o nedenle uzun uzun onu anlatmayacağım. Polisiye denilince bence açık ara ülke edebiyatımızın yetiştirdiği en önemli isim. Bu kitapta da bu kalitesini yine tatmin edici ölçüde ortaya koymuş. Daha önce Ahmet Ümit'in 2 kitabını okumuştum. Bunlar Kayıp Tanrılar Ülkesi ve Patasana kitapları idi. Bu iki kitabı daha çok sevdim. Bu kesin. Hatta kendimce doğal olarak Ahmet Ümit polisiyesi birbirine çok benzeyen iki kitap olduğu için yani tarihi ögelerin olduğu bir kurgu olduğundan dolayı bu şekilde hep sanırım yazıyor diye bende bir düşünce oluşmuştu. O iki kitapta ana kahramanlar Başkomiser Nevzat değildi. Nevzat, sonradan kitabın bir noktasında ortaya çıkan bir karakterdi. Ama bu kitapta kitap baştan sonra Nevzat'ın zihninin etrafında dönerek ve onun ben diliyle anlatmalarıyla şekillenerek ilerliyor. Benim okuduğum kitaplardan farkı sanırım bu ve tarihi ögeler idi. Ahmet Ümit'in mitoloji sevgisini ve merakını onu tanıyan ve kitapları...

Tess Gerritsen - Cerrah İncelemem

Tess Gerritsen, Çin kökenli Amerikalı roman yazarı ve emekli pratisyen hekimdir. Gerçek adı Terry'dir. Adını değiştirme nedeni yazarlık hayatında erkek olarak sanılmasındandır. Gizem ve polisiye denilince çağdaş edebiyatta sanırım akla gelecek 5 isimden de aynı zamanda biridir. Bahçe işleri, romantik kitaplar ve keman onun hayatının özetidir desek abartmış olmayız. Doktorluk ile ilgili çevresini ve tecrübesini edebiyata çok başarılı altarabildiğini söylemek mümkündür. 40 farklı ülkede yayımlanan kitapları, 25 milyondan fazla kopya satmıştır. Tess Gerritsen, kendisi ile aynı kategorinin büyük isimleri olan James Patterson ve Stephen King'in de onayını almış; Stephen King onu "Michael Crichton'dan bile daha iyi" olarak tanımlamıştır. 2001'de Gerritsen'in ilk suç gerilim romanı olan şu an incelemesini yaptığım Cerrah kitabını yayımlanmıştır ve cinayet masası dedektifi Jane Rizzoli bu kitapta ortaya çıkmıştır. Bu kitapta ikinci karakter olmasına rağmen Rizzoli...