Akhilleus’un Şarkısı yayımlandığı 2011 yılında Orange Prize for Fiction (şimdiki Women’s Prize for Fiction) ödülünü kazandı. Roman, sadece bir ilyada kitabı özelinde bir cesaret oluşturarak yazılmış yeniden anlatım değildir; aynı zamanda Homeros’un suskun bıraktığı yerleri dolduran bir yeniden doğuş hikayesidir.
Madeline Miller’ın Akhilleus’un Şarkısı isimli bu çok satan eseri herkesin bildiği o meşhur kahraman Aşil'in hikayesini birazcık daha olaylardan değil de karakter çevresinde şekillendirerek oluşturduğu bir eser. Çağlar öncesinden günümüze gelen ve mitoloji ile gerçekleri harmanlayan bu eser öncelikle çok akıcı ve konusu da tanıdık.
Bilindiği üzere Truva Savaşı'nın tarihteki en kıymetli kaynağı İlyada'dır. Orada birçok kitaptaki karakter sayfa sayfa geçer, daha tiyatral ve şiirsel anlatımı olan bu eşsiz eserin aslında karakterler çerçevesinde çizilmiş günümüz anlatısı olarak da yorumlanabilir. Miller, bir epik anlatıyı lirik bir romana dönüştürmüştür.
Mitlerde sessiz bir özne olan Patroklos’un penceresinden bu kitap anlatılır. İnsan olmanın mitolojik bir sorgusu olarak bakılması açısından da kitap çok kıymetlidir.
Homeros'un anlatımında tarihi bir bilgi yarışı varken, Miller daha çok duygular üzerinden hikayesini anlatır. Bu da mitin, tarihin, felsefenin biraz daha insani ve duygusal boyutlarda olmasını kitap özelinde sağlamış durumdadır.
Patroklos ile Akhilleus arasında önce dostluk sonra oluşan derin ve tutkulu aşk hikayesi kitabın aslında en magazinsel kısmı. Kitabın adını arama motoruna yazdığınız an LGBT kavramı çıkıyor. Tahmin edersiniz ki destek olan, olumsuz eleştiren her türlü yorumlar altına doluşmuş. Paris ile Helene aşkı kitapta neredeyse gölgede kalmış. Patroklos ile Akhilleus’un aşkları iki zıt ve alakasız karakterin hikayesini okumak ve yaşananları görmek açısından okunulası idi. Kurguyu ayakta tutan ve akışın sıkmamasını sağlayan bir durum oluşturmuştu. Tek diyeceğim bu kısımla ilgili bu.
Tarihsel belgelerde “kesin olarak aşıktılar” bu arada diyemiyoruz, çünkü en başta Homeros bunu açıkça belirtmez. Ama hem metinlerdeki duygusal yoğunluk, hem de sonraki Yunan yazarların yorumları nedeniyle, onların birbirine duyduğu şeyin sadece dostluk olmadığını düşünenler de oldukça fazladır.
Akhilleus Truva’da ölürse, adı sonsuza dek yaşayacak; eğer savaşta yaşarsa, unutulacaktır. Oysaki her mit eserinde olmazsa olmaz kehanet de burada yatmaktadır.Bilindik hikayeleri başka bakış açılarından okumak da bu arada ayrı bir eğlenceliydi.
Kitabın sonu, anlatıldığı açı fena değildi. Beğendim diyebilirim. Ölüm ile hayat ve ölümsüzlük ile aşk arasındaki kalma hikayesi de yine bu heyecanı fazlası ile tetikledi.
Akhilleus'un insan formunda karşımıza çıkışı bizi kitapta tutan bir başka konu idi. Romanın kalbi diyebileceğimiz kısım bu insan formundan kaynaklı oldu diyebilirim. Onun ölümsüzlüğe değil, bir tek insanın sevgisine muhtaç olduğunu fark edişi, romanın kalbiydi.
Patroklos ise destanın en sessiz figürüyken, Miller’ın anlatısında bir ruh yankısına dönüşüyor. Cesaretsizliği, savaşta gösterdiği fedakârlıkla değil, duygularındaki sadakatle ölçülüyor. Kitabın bence en önemli karakteri oydu.
Thetis, anneliğin hem yüceliğini hem de tehlikesini simgeler. Oğlunun kaderine hükmetmek ister, çünkü sevgi ile kontrol arasındaki farkı bilmez. Tanrısal kudreti, bir annenin çaresizliğini gizleyemez. Miller, Thetis’in buz gibi soğukluğunda annelik ve sahiplenmenin karanlık yüzünü gösterir.
Kitapta 3 önemli kadın var; Helene'nin arzusu savaşa vesile olur, Briseis’in varlığı orduyu dağıtır, Thetis ise annelik figürünün güçlü olam evlada hükmüyle ciddi bir kadın karakterdir. Bu da kadınların çok önemli olduğu feminist bir mit yorumu olarak bence görünmelidir.
Bu mitte tanrısal kusursuzluktan ziyade insanı çatlaklar vardır. Roman salt bir mitolojik uyarlama olmaktan bu yolla ayrılır ve psikolojik bir derinliğe dönüşür.
Miller kitapta bence şunu açıkça sorgular; “İnsanın kaderi mi, yoksa sevgisi mi daha güçlüdür?”
Kitabın en büyük eksisi duygu geçişleri ve aktarımının güçlü olmamasıdır. Olay örgüsüne de yazar pek kıymet vermemiş. Zayıf karakterin bu kadar sivrilmesi de okuru yer yer sıkıyor. Kitabı bir savaş miti değil, sevgi destanı olarak yorumlamak daha doğru olmalıdır. Kanlı savaş değil, sessiz gözyaşı odaklı bir eser diyebiliriz. Kahramanlık hikayesi bu kitapta insanlık hikayesine dönüşmüş durumda.
Kitaba puanım 8.
Yorumlar
Yorum Gönder